Açık Mektup
Bugün sütunumu Türkiye'nin üç büyük barosunun başkanlarının birlikte kaleme aldıkları bir 'açık mektup'a bırakıyorum.
"İnsan beyni var oldukça çözüm vardır"
Tutuklu ve hükümlüler...
Kimileri öldü, kimileri ölüm döşeğindeler,
kimileri ölmeseler de sakat kalacaklar:
Yaşadıkları sürece aileleri, yakınları onları "yarı ölü"
taşıyacaklar.
Birey ölümü seçebilir.
Ölümü insanca yaşamanın koşulu olarak görebilir:
Devlet ise asla! Çünkü devlet
Bireyin yaşamının güvencesi olarak vardır
Ve kutsal olan devlet değil; yaşamın ta kendisidir.
Ölümün önüne geçilebilir
Tutuklu ve hükümlülerin gün boyunca
Tecride yol açmayacak biçimde, makul sayıda
Birarada yaşamalarını,
ortak mekânlardan yararlanmalarını
sağlayarak;
hiçbir önkoşula, "tretman"a, "uyum"a, "eğitim"e, vb.
Bağlamaksızın,
birlikte spor, kültür, rekreasyon faaliyetlerinde bulunabilmeyi
"hak" kabul ederek;
yani,
tutuklu ve hükümlülerin maddi-manevi varlıklarını
geliştirebilmelerine
yönelik, insancıl ve demokratik infaz anlayışını benimseyerek;
yani.
Terörle Mücadele Yasası'nın 16. maddesini kaldırmayı.
Gerekli mekânsal değişiklikleri yapmayı,
Toplumun demokratik örgütlenmesine ağır darbe vuran
3'lü Protokol'ü yürürlükten kaldırmayı
vaat ederek.
Ve vaadlerini gerçekleştirme güvencesini vererek
Ölümün önüne geçilebilir:
Kutsal olan devlet değil, yaşamın ta kendisidir.
***
Bu 'açık mektup'un en önemli yanı, ölüm orucundakilerin taleplerindeki önemli bir değişimi açıkça ortaya koymasıdır. Mektuptan da anlaşıldığı gibi, artık ölüm orucundakilerin önemli bir kısmı, "F tipi cezaevleri kapatılsın" gibi gerçekleşmesi mümkün olmayacak bir talebin yerine, "Terörle Mücadele Yasası'nın 16. Maddesi kaldırılsın, insancıl ve demokratik bir infaz anlayışı benimsensin." Talebini koymuşlardır.
Bu talep, gerçekçi olmanın ötesinde, mutlaka karşılanması gereken, haklı ve meşru bir taleptir. Bu talep aynı zamanda, bizzat Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün bütün kamuoyu önünde gerçekleşeceğine dair kesin söz verdiği, ama tam dokuz aydır gerçekleştirmediği bir taleptir.
Bugünlerde Millet Meclisi'nin 15 günde 15 yasa çıkarmaya çalıştığı da göz önüne alınırsa, Sayın Türk bir yasal düzenlemeyi tam dokuz aydır yapamayışını hiç kimseye açıklayamaz. Kaldı ki hepimiz, Terörle Mücadele Yasası'nın (TMY)16. Maddesi'nin yeni olmadığını, Terörle Mücadele Yasası'ndan yargılanan binlerce sanığın koğuşlarda kaldıkları uzun yıllar boyunca da, o maddenin orada olduğunu, ama cezaevi koşulları nedeniyle uygulanmadığını biliyoruz.
Demek ki, dün yasaya rağmen koğuşlarda kalan -yani tecrit edilmeyen- tutuklular, bugün de yasaya rağmen -yani yasa değişinceye kadar- ortak alanlardan yararlanabilirler.
Eğer dün yasayı delmekte bir sakınca görmeyen Bakanlık, bugün hem "yasa değişmeden olmaz" diyor, hem de kendi söz verdiği yasayı çıkarmıyorsa, burada bir kötü niyet var demektir.
Kısacası, 'açık mektup'un da belirttiği gibi, "ölümün önüne geçilebilir" ve artık bu noktada ölümün önüne geçmek Adalet Bakanlığı'nın elindedir.
Baroların, tutuklu ve hükümlülerin temel taleplerini TMY'nin 16. maddesinin kaldırılması şeklinde formüle ettikleri bu noktada artık, Adalet Bakanlığı açıkça haksız duruma düşmüştür.
Bundan sonra ölüm oruçlarının sürmesinin de, bu ölüm oruçlarında can kaybının da sorumlusu, sözünde durmayan Adalet Bakanlığı olacaktır.
Bence Sayın Türk, engellemeler yüzünden gerçekleştiremediği herhangi bir yasal değişikliği kendisi için istifa sebebi sayacaksa, en başta Terörle Mücadele Yasası'nın 16. Maddesinde yaşadığı hezimeti istifa sebebi saymalıdır.
|