Tantan, Alman'a sordu mu acaba?..
Almanya İçişleri Bakanı geçen hafta sonu Sevgili bakanımız Sadettin Tantan'ın konuğuymuş.. Birlikte resmi, özel buluşmuşlar, toplanmışlar, gezmişler..
Fırsat ayağımıza gelmiş yani.. Durmadan yazmıştım, Sevgili Tantan, Alman meslekdaşına "Ben size kokain kullandığı raporlarla sabit, yalanclığı kanıtlanmış bir Teknik Direktör yollasam, Almanya'da çalışmasına, Bayern Münih'in başına geçmesine izin verir miydiniz?" sorusunu bir sorsa diye..
Bir özel sohbette sormuş mudur acaba?..
Hedef kitlesi üniversitelerden liselere inen, gençlik konusunda belki de çağın en korkunç felaketi kokain dünya düzeyinde hızla yayılırken, Alman Bakan aslında soruyu bile gereksiz bulur "Sevgili meslekdaşım.. Biz hem de kendi vatandaşımızı anında Bayer Leverkusen ve Milli Takımdan kovmuşken, ithal bir kokainciye nasıl izin veririz" derdi kesin.. Belki de demiştir. Onu bilmiyoruz.. Bildiğimiz..
Tüm diplomasi kuralları ve nezaketi içinde "Daum'u iyi seçim mi, değil mi?.. Bilmiyorum" diye konuyu bizzat açıp Tantan'ı uyaran da o olmuş..
Bizim Emniyet Genel Müdürlüğü, hala Almanya'dan evrak bekliyor..
Çünkü kokain kullandığı raporlarla kanıtlanmış, yalan söylediğini itiraf etmiş birine Türkiye'de çalışma iznini bizim polisimiz değil de Alman makamları verecek. Gelenek ve görenekler, uluslararası kurallar böyledir çünkü..
Çünkü Türkiye Avrupa atıklarını toplayan ikinci sınıf bir ülkedir. Kendi ülkelerinde gençliğe kötü örnek olur diye dışlananlar, bizde hem de "Medya" desteği ile iş bulurlar. Çünkü Türk gençliği, Alman gençliği yanında dikkate değmeyecek kadar önemsizdir. Türk genci, kokainci ve yalancı bir Alman'ın rehabilitasyonuna feda edilebilir.
Oturma, çalışma iznini geçin..
Kokain kullandığı tıp raporları ile belli, gerçeği önce inkar, sonunda kabul etmiş bir Türk Teknik Direktöre Almanlar, oturma ve çalışma iznini geçin, bir haftalık turist vizesi vermezler.. Denemesi bedava..
"Kokain kullandım" diye yazın vize baş vurunuza ve yanıtı bekleyin.. Ölene dek beklersiniz.
Şimdi bakın..
Bir kokain kullanıcısının bu ülkede "Gençlik lideri" pozisyonuna getirilmesi yönünde düzenlenen ilk ve tek toplu protesto gösterisini Galatasaray maçında İstanbul Polisi engelliyor..
Binlerce kişinin, Türkiye Cumhuriyetinin simgesi Ayyıldızı kafiye yaparak, yarım saat,
"Göklerde yıldız, denizlerde ay..
Ananı sin kaf, Galatasaray"
diye üstelik sahada o sırada Galatasaray diye bir takım olmadığı halde bas bas bağırmasına ve bu iğrenç, bu müstekreh, bu rezil çağrının televizyonlar vasıtası sadece Türkiye'ye değil, dünyanın dört bir yanında yayılmasına ayni polis seyirci kalıyor..
Spor diye maça giden, ekran başına geçen Türk çocukları bunları dinliyerek daha acısı bunları söyleyerek büyüyorlar..
***
Türkiye çocuklarına sahip değil.. Türkiye çocuklarının fiziksel ve ruhsal sağlıkları ile ilgili değil. Aslında bugün konuya başka açıdan bakma niyetindeydim. Ama Alman İçişleri Bakanı'nın ülkemizi ziyareti gündemi tazeledi.
Yarın devam edeceğim.. Çocuklarımızın nasıl sahipsiz ve sevgisizlik içinde büyüdüklerini örneklemeye..
Biri asker, biri sivil,
iki açıklama!..
Genel Kurmay Başkanlığından bir açıklama geldi.
"Dün olduğu gibi, bugün de 'Atatürk'ün süvarileri' Atatürk'ün yuvası Kara Harp okulunda yetişmeye devam etmektedir. Müsterih olmanızı dilerim.."
diyor, Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Topçu Kurmay Albay Salih Zeki Çolak..
Üç sayfalık yazı, Ordu'nun binicilik sporuna ne kadar önem ve özen verdiğini anlatıyor. Keyifle okudum.. Bu ilginin bir ara, iyice azaldığını hissetmiştim çünkü..
Bir de takılma var. Yazımda Genel Kurmay Başkanının adını "Hilmi" yazmışım, "Hüseyin" yerine..
İki şeye bağlayabiliriz bu hatamı.. Ya yavaş yavaş bunamaya başladım. Bu fevkalade sağlıksız bir işaret..
Ya da bu ülkede köşe yazarları Genel Kurmay Başkanının adını "Artık" şaşırabiliyorlar. Demek Başkan gündemden çok uzak..
Bu da demokrasi adına fevkalade sağlıklı bir gelişme..
Yorum sizin..
***
İstanbul Belediyesinden de açıklama geldi.
Hani o bayrak diye asılan ve İstanbul'u toplu çamaşır gününde, kenar mahalleye çeviren çaputlar üzerine.
Efendim, bayraklar 10 bin taneymiş. 35 milyara mal olmuş. Mavi beyazmış. Çünkü mavi beyaz İstanbul'un renkleri imiş.. Benim bildiğim İstanbul'un renkleri sarı siyahtı. İstanbulspor da bu renkleri bu yüzden taşırdı zaten. Ne zaman Atina'nın renklerini benimsemişiz onu da bir lütfetseler de öğrensek.
Efendim, Olimpiyat renkleri ve halkaları kullanılamazmış..
Yok yahu.. Asılan 10 bin bayrağın 10 bininin de üzerinde, yeşil, sarı, mavi, kırmızı ve siyah renkte Olimpiyat halkaları vardı, onlar ne olacak?..
Herkes kör, alem sersem.. Öyle sanıyorlar..
İstanbul'u kirleten, pisleten bu çaputları, gönüllü gençler, ölüm tehlikeleri geçirerek asmışlar. İşin uzmanı olmayan gençleri ölüm tehlikesine yolladığını iftiharla açıklamak da bizim garip belediyenin anlayışı olmalı..
Efendim, bütün yazılar türkçeymiş. Çünkü amaç Türk halkını harekete getirmekmiş.. 2000 ve 2004'te Olimpiyat adaylığına aldırış etmeyen İstanbul halkını coşturmak için "Belediye direkt olarak sorumlu olmadığı halde" bu işe kalkışmış..
Bir kentte Olimpiyat düzenlenecek ve ev sahibi belediye direkt sorumlum olmayacak öyle mi?..
"Bu çaputları biz aslında oy için türkçe astık" deseler iş biterdi..
Bu arada bir de, dünyaca tescilli bir eroinmanı İstanbul Halkının 500 bin dolarını harcayarak, hem de spor salonu açmaya, gençlere kahraman gibi sunmaya ve örnek olmaya çağırmak ve gece koynuna İstanbul'un en ucuz fahişelerini sokup, yatak alemlerini bunların ağzından medyaya anlattırmak var ki, İçişleri Bakanı daha hala ne bekliyor, anlamam güç?..
Bunların onda birini Bodrum Belediye Başkanı yaptırsa, çoktan işten el çektirilmişti.
Zor günler!..
Sabah ve atv ailesi olarak ne zamandır sıkıntılı günler yaşıyoruz. Ülkenin genel sıkıntılarına ilaveten, bizim bir de özel sıkıntılarımız var yani..
Söylenecek, yazılacak çok şey var.. Ama özellikle "İlk Soruşturma" aşamasında sabırla beklemek hukuk anlayışımızın gereği..
Sabırla, ama inançla bekliyoruz..
İnançla..
Bu medya kurumunun sahiplerine, kendime inandığım kadar inanıyorum çünkü..
Güngör'ün, Bilgin ailesini içimizde en eski tanıyan, onlarla en uzun süre çalışan Güngör Mengi'nin yazdıklarının altına imzamı atıyorum. Bilgin gurubu adına yapılan açıklamanın, özellikle onun cümlesinin de..
Krizler, sıkıntılı günler, kenetlenerek aşılır..
1957'de gazeteciliğe başladım. Gerek ülkem, gerek çalıştığım kurumlar, sayısız krizden geçti bugüne dek..
Ne krizlerden geçtik biz..
Gene geçeriz.
Geçeceğiz..
Daha da güçlenerek..
Başın sağolsun İlhan Ağabey..
"İnsan olmanın koşulu acıyı paylaşmaktan geçer, acı paylaşıldıkça küçülür, sevinç paylaşıldıkça büyür. Evrende her şey küçük doğar, zamanla büyür, acı büyük doğar, zamanla küçülür. Doğa, kaderiyle mutluluğuyla bir bütündür. Toprakla suyun birliğini vurgulayan da yağmurdur; yerden yükselir, gökten yağar.
Bunun için rahmetf demişler adına."
diye yazdı İlhan Ağabey, 1 nisan sabahı..
1 Nisan onun sevgili eşinin doğum günüydü..
1 Nisan onun sevgili eşini toprağa verdiği gün oldu..
Bu kadarcık yazdı işte.. Bu kadar mütevazi.. Bu kadar ağlamadan.. Bu kadar onurlu.. Ama bu kadar duygulu..
Acısını paylaşmaya gittik, Teşvikiye camisinin avlusuna..
"Hayatın kendisi şaka sanki be Hıncal" der gibi, acı acı güldü..
"Gitmek için seçtiği güne bak.. Şu yağmura bak.. Onu uğurlamaya gelenler, ıslanıyor ve üşüyorlar.. Ah bu kadınlar.." diye şakalaştı benimle..
Daha o sabah, "Rahmet"i öylesine lirik, öylesine duyarlı anlatan adam..
Acın hızla küçülsün İlhan Ağabey!..
Hulki Ağabey!..
Necati Zincirkıran Ağabey aradı, Hulki Saner yazım üzerine..
"Onun marifetlerini az yazmışsın.. El parmakları yetmez, ayak parmaklarını da katmak gerek" diye..
"O aslında kimya mühendisidir" dedi.. Vay canına.. İşte bu aklımdan geçmezdi..
"Çok iyi obua ve klarnet çalar" dedi.. Türk ve batı müziklerinin en zor iki sazı..
"Çok da iyi denizcidir" dedi.. "Bir teknesi vardır, denizi bilir ve yaşar.."
Hey Hulki Ağabey hey..
Ne muhteşem adamsın sen..
Bugün Ertekin'de buluşacağız değil mi?..
ve siz.. Hulki Ağbinin Amerikalı Hala adlı müzikal şenliğini hala görmediniz mi?..
BİZİM DUVAR
RTÜK şimdi de Biri Bizi Gözetliyor'a kafayı takmış. Aile yapısına zararlıymış da falanmış felanmış.
Biri-Aklısıra-Kamu
Yararı'nı Gözetiyor (!)
Hakan&Utku
TEBESSÜM
Otogaz satış istasyonunda mini marketten adamın biri sigara satın almış.. Açmış paketi çıkartmış bir tane sigara ve yakmış.. "Kusura bakmayın efendim!" demiş kasadaki görevli "Burada sigara içmek yasak...!"
"Çok saçma değil mi?" demiş adam "Hem sigara satıyorsunuz, hem de burada içmek yasak...!"
"Tam olarak değil..!" demiş kasiyer "Biz burada prezarvatif de satıyoruz..!"
SEVDİĞİM LAFLAR
Toplum sağlığı açısından, Monarşilerde bir kralın diktası ve gaddarlığı, Demokrasilerde bir vatandaşın duyarsızlığı ve umursamazlığından daha tehlikeli değildir. Charles de Secondat (1689-1755)
|