kapat
25.03.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 

Şimdi Nazım'ın notlarını kim saklayacak?


Vera hiç bu kadar mutlu olmamıştı! Geçen yıl tuttuğum Haziran günlüklerine baktım. Vera'yı Moskova'daki evinde ziyaretimiz sonrası sayfanın tepesine bu satırları not düşmüşüm.
Belki de abartmışım bilmiyorum ama Vera'yı o gün, (evine bir anda 40 kişi gelmesine rağmen) bir müze görevlisi telaşı içinde ve hep güleryüzlü hep heyecan dolu görünce dayanamamışım galiba.

Doğrusu bu ya, kusursuzlukta "kadı kızı"nı bile geçmişti. Birbirinden hoş ikramlar, tümümüzle tek tek ilgilenmeler, bitmez tükenmez sorularımıza bıkıp usanmadan yanıt vermeler.

Ev sahibi gibi değil sanki bizden biri gibi davranmıştı yarım gün boyunca. Ya da uzak diyarlardan çıkıp gelen yakınlarını hasretle karşılayan bir babaanne gibi. Biz de çok keyiflenmiş ve bunu kayda geçirmişiz demek ki! Vera'yı mutlu kılan, salt ev ziyareti değildi elbette.

Haziran'ın ilk haftası boyunca Moskova'da müthiş bir Nazım rüzgarı esmişti.

Büyük ozan, ilk kez evet ilk kez "devlet"in de katıldığı görkemli bir törenle mezarı başında anılmış, Türkiye'den gelen gazeteci, yazar, kültür adamı kalabalığı içinde kendiliğinden Nazım haftası oluşuvermişti Moskova'da.

Projenin ardında da Rusya'yı mesken tutan Türkiyeli işadamları vardı. Yani her kesimden insanın gönlü o hafta, Nazım için atmıştı Moskova sokaklarında. Konserler, şenlikler, ziyaretler derken; faaliyetlerin tümünü yorgun bedenine rağmen bıkıp usanmadan takip eden Vera'nın mutluluğuna diyecek yoktu tabii ki.

Kaç zamandır gidemediğinden olacak, böylesi kalabalığı görünce, belki de İstanbul'a gitmiş gibi hissediyordu kendini.

Ya da kim bilir, Nazım'ın ölmeden kısa bir süre önce bıraktığı vasiyeti de hatırlamış olabilirdi. Öyle ya, baksanıza şu satırlara:

"Veracığım... Bir kez olsun git Türkiye'ye. Benim için yap bunu, lütfen yap, vallahi beğeneceksin, inan bana git benim memleketime, benden olan bir şeyler hatırlayacaksın, tek istediğim bu, başka bir şey istemem. O zaman sesim (Veracığım, şekerim gülüm benim) diyecek sana. Sonra, sesimi Türkiye'ye de ver. Ne yazık ki seni alıp bir tek kerecik oraya götüremem. Oysa İstanbul'umu gösterirdim sana. İstanbul, dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Benim İstanbul'umdan nasıl ikram ederdim sana bir bilsen. Uçakla gidebilseydik, olabildiğine alçaktan ve yavaş uçmasını isterdim pilottan, şehre yaklaşırken hiçbir şeyi gözden kaçırmayalım diye.

İstanbul'a gemiyle gidebilseydik, kaptana delicesine bir hızla sürmesini rica ederdim; memleketime varmadan mutluluktan ölmemek için. Ah Veracığım, bir İstanbul'da olsam" Evet, Vitoraya Pesçanaya sokağındaki o eve tekrar dönecek olursak.

İkramlar, hoş sohbetlerden sonra, Vera, bizi Nazım'ın çalışma odasına aldı.

Sevda ve kavga şiirlerinin yazıldığı odaya.

Tablolar, kitaplar, fotoğraflar, her şey, 63'ün 2 Ocak'ında nasılsa öylece duruyordu yerli yerinde. Daktilosu da...

Daktilonun kapağını açtı, iç kısmındaki cepte bulunan birkaç nottan birini öylesine bize gösterdi. Şilili büyük ozan Pablo Neruda'nın adresi yazılıydı. Meraklı gözlerle baktığımızı görünce, biz sormadan hikayesini anlattı;

Nazım, ölmeden bir gün önce Avrupa'daki bir dostundan almıştı adresi ve Şili'ye gitmeye karar vermişti Vera'yla birlikte. Ama ertesi sabah kapı önüne yığılıp kalmıştı Neruda'ya gidemeden.

Evet, çok minik bir ayrıntıydı belki ama odada bulunanlar bu duygusal hikayeyi dinledikten sonra birdenbire sessizliğe gömülmüştü.

Bense Haziran günlüğüme şunları yazmışım;

"Sadece adres yazılı bir küçük notu dahi 37 yıl boyunca titizlikle sakladığı ve şaşkınların, vefasızların her yanımızı kuşattığı bu ölümlü dünyada değer bilir kaldığı için Vera'yı fazlasıyla alkışlamalıyız."

Saldırganlığın dayanılmaz hafifliği!
Takım elbiseleriyle, taşlarıyla, sopalarıyla geldiler, sahneye çıktılar, "komünist köpekler vatan sizden ne bekler!" diye bağırıp çağırdılar, gitar, davul çalıp, aşk ve barış şarkıları söyleyen gençleri öldüresiye dövdüler.. Ve sonra çekip gittiler!

"Düş Sokağı Sakinleri" elemanlarının Gazi Üniversitesi'ndeki konserleri sırasında başlarına gelen olay böyle.

Şimdi bu gözü dönmüş saldırganlara bir tavsiyede bulunmak istiyorum!

Islah olmak istiyorsanız!

İçinizdeki "insancık kırıntısı"nı biraz olsun açığa çıkarmak istiyorsanız! Aşka, barışa, hüzne, coşkuya katlanmak istiyorsanız! Beyninizdeki saldırgan ve canavar rüzgarlarlardan arınmak istiyorsanız!

Sıradanlığın çürümüşlüğünden sıyrılmak istiyorsanız!

Katı geleneklerin, köhnemiş değerlerin, kafatasçı ve gerici sloganların koca bir yalan olduğuna inanmak istiyorsanız!

Hayatınızı yeniden keşfetmek istiyorsanız!

Size sunulan değil, sizin kaleme aldığınız reçeteyi uygulamak istiyorsanız! Sahtekar, düzenbaz ve gemisini yürüten bir belediye başkanının bile "erdem ve onur" karşısında nasıl yenilgiye uğradığını görmek istiyorsanız!

Kimi siyasetçilerle, din adamlarının "kukla toplum" yaratmak uğruna nasıl bir alavere dalavere çevirdiğini görmek istiyorsanız! Coşkunun, neşenin, şarkının, dansın, aşkın, kahkahanın... İnsanı insanı yapan özellikler olduğunu bir kez daha öğrenmek istiyorsanız!

Hemen şimdi.

Çikolata filmine gidin. Evet, Juliette Binoche'un o inanılmaz güzelliğiyle bütünleşen karakteri çerçevesinde gelişen olaylar karşısında şaşıracak ve... Orada kendinizi göreceksiniz.

Biraz insanlık kırıntısı taşıyorsanız, 'içinizdekifinsan'ın büyüdüğünü anlayacaksınız filmin sonunda. Evet, lütfen gidin ve bir çikolata kırıntısı tadın!

Deli Saçması
Bizim mesleğin son zamanlardaki halet-i ruhiyesini geçenlerde ne de güzel anlatmıştı Çetin Altan.

Yüzlerce kalem emekçisinin ve de anlı şanlı sütun sahiplerinin köşesiz kaldığını anlattıktan sonra taşı gediğine oturtuyordu:

"Kul yığınlarını hiç ilgilendirmiyor basında esen sert rüzgarlar!"

'Şov' yapmakla ünlü 'büyük bir haber ancormeni'nin sunduğu haberlere baktım da Çetin Abi'nin ne kadar haklı olduğunu gördüm. Hiçbir şey umurunda değil, meslektaşlarının dramı memleket meseleleri. "Deli saçması" deyip gülüyor geçiyorduk ama artık dayanılmaz bir hal almış durumda!

Böyle bir dönemde bile (güya habercilik adına) birbirinden 'saçma' haber köşeleriyle saat dolduruyor Türkiye'nin 'en büyük' haber merkezinde. Oysa bir bilse(ler) memleketten ve sektörden bihaber olduklarını...

Nebil Özgentürk

nebil@sabah.com.tr

 
Sabahonline'nın değişen tasarımını nasıl buldunuz?

Eskisine göre çok beğendim
Eskisi daha iyiydi
Farketmez

 

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır