kapat
27.03.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Finansinvest
 
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )

Çocuklarını sevmeyen ülke..

Mart ayının başlarında, 28 mahallesi Kuduz dolayısı ile karantina altındaki İstanbul'da iki gün üstüste arka arkaya üç çocuk sokak köpeklerinin saldırısına uğradı. Başlarından ısırılan çocukların görüntülerini bütün televizyonlar yayınladı.

Köpekler yakalanamadı. Kitaplar ısırıp kaçan köpeklerin kuduz olma risklerinin çok büyük olduğunu yazarlar. Hele bu köpekler geçen yıl 88, bu yıl 28 mahallesi, Kuduz tespit edildiği için karantina altına alınan bir kentte ise.. Kuduz virüsünün tehlikesi ısırılan yerin başa yakınlığı ile artar. Ne kadar yakınsa, aşının etkili olması için o kadar hızlı olunması gerekir.

Televizyon görüntülerine göre, yara başta ve beyinden yarım santim mesafedeydi.

Yani aşınının nerdeyse sıfır anında, yani ısırıldığı zaman yapılması gerekirdi.

Türkiye'de aşıların durumu da ilginçti zaten. Yerli aşı yüzde yüz garanti sağlamıyordu. Yabancı aşınının, soğuk zinciri kopmamış olmalı, yani içinde saklandığı buz dolabının elektriği hiç kesilmemeliydi.

Geçen yıl ayni yörede ısırılan bir çocuk "Yaşamak istiyorum" diye bağıra çağıra kudurmuş ve ölmüştü.

Bu çocuklar ve aileleri şimdi günlerce bu korkunç ölüm dehşetini yaşayacaklardı.

Çocuklar hastalanmasalar ve kurtulsalar da bu dehşet günlerinin ruhlarında bıraktığı izleri yaşamları boyu taşıyacaklardı.

Aslında İstanbul çocuklarının bu ruhsal izleri hep taşımaları için ısırılmalarına da gerek yoktu. Genelde sürüler halinde gezen başı boş ve ne oldukları belirsiz 300 binden fazla sokak köpeği, İstanbul halkına da, çocuklarına da her an dehşet saçıyordu.

Dehşet, sadece saldırıya uğrama, ısırılma da değildi. Bu köpeklerin sokaklara bıraktığı tonlarca pislik, özellikle çocuk sağlığını fena halde tehdit ediyor ve köpeklerden, hele pisliklerinden bulaşan hastalıklar, Türk çocuklarına, dünyanın uygar hiçbir ülkesinde görülmedik şekilde bulaşıyordu.

Uygar ülkelerde "Sokak Köpeği" diye bir kavram yoktu. Sokaklarda başı boş köpek dolaşmazdı.

Sahipli köpeklerin bile, çocukların yoğun olduğu bölgelerde tasmasız, tasmanın ucunda bir büyük insan olmadan dolaşmaları yasaktı. Uygar ülkelerin uygar kentlerinde, köpeklerin koşmaları için özel bölgeler ayrılmış, bunun dşında serbest bırakılan ev köpekleri için sahiplerine 5 bin dolara kadar ulaşan ağır cezalar konmuştu.

Aşılı, terbiyeli, sağlıklı bir köpeğin dahi bir çocuğu korkutabileceği düşünülerek konmuştu bu cezalar.

Sahiplerine bağlı dolaşan köpeklerin pisliklerinin anında sahipleri tarafından toplanması da uygar ülkelerde kuraldı. Dikkat edin, sağlıklı ve aşılı ev köpeklerinin dahi sokaklara pislemesi yasaktı. Cezalar 1500-2 bin dolara kadar ulaşıyordu. Bu cezanın ana sebebi de çocuklardı. Sokaklarda oynayan, buldukları herşeyi elleyen, hatta tadan çocuklar..

Çünkü uygar ülkede çocuk herşeydi. Toplum ve medya, çocukların üzerine titrerdi.

Ve dünyanın uygar ülkeleri, ev köpeklerinin dahi sokaklarda başı boş dolaşmasını ve pislemesini yasaklarken, İstanbul'da 300 binden fazla, ne idüğü belirsiz, başta kuduz onlarca hastalık taşıyan sokak köpekleri her semtte başıboş dolaşıyor, ortalığa pisliyor, pisliklerindeki mikroplar havaya karışıp ciğerlere yerleşiyor, kuduz olanlar, saldırgan olanlar, çocuklara saldırıp onları parçalıyordu..

Şimdi Türkiye'nin uygar, İstanbul'un çağdaş bir kent olduğu söylenebilir miydi?.

Uygarlığı, çağdaşlığı geçtik.. Bu ülkenin, bu kentin, çocuklarına sahip çıktığı söylenebilir miydi?..

Uygar dünyada "Sokak Köpeği" diye bir mefhum sözlüklerden çıkarılmışken, İstanbul'da tatminsiz iki kadın peşlerine taktığı ekranda görünme meraklısı beş on kişi ile gösteri üstüne gösteri düzenliyor, bu görüntüleri TV'ler tekrar tekrar yayınlıyor ve Belediyeler, bu çaçaronların korkusundan, sokakları çocuklara değil, başıboş, hastalık saçan ve saldıran köpeklere teslim ediyorlardı.

Üç çocuk, iki gün içinde New York, Londra, Los Angeles, Paris, Frankfurt, Roma sokaklarında ısırılsa, oranın medyası, gerçekten gök kubbeyi yerel yönetimlerin başına indirir, ortada ne vali kalırdı, ne belediye başkanı.. Bizde "Çıt" çıkmadı.. Hiçbir gazete, hiçbir televizyon, hiçbir köşe yazarı, hiçbir yorumcu olayın üzerine gitmedi..!Hayır, bir kişi gitti..

Bir tek köşe yazısı yayınlandı, olay üzerine..

Bakın Öncel adlı bir şımarık kız, neler yazabildi:

"Özellikle sokakta oynayan çocuklardan binbir eziyet gören, kuyruğu, kulağı jiletle kesilen, gözüne çomak sokulan, taşlanarak ayakları kırılan köpekler de kendilerini koruma içgüdüsü olarak saldırıda bulunabilir.."

Siz bu kadar insan, bu kadar çocuk nefreti gördünüz mü?.. Aklınız hayaliniz alır mı?..

Isırılan çocuklara zerre acımayan, ısıran köpekleri savunan bir insan, bir kadın, bir anne olabilir mi?..

Oluyor.. Anneler babalar,

"Sokaklar köpeklerindir. Çocuklarınıza dikkat edin ki bu köpeklere eziyet etmesinler. Köpek çocuğunuzu ısırmışsa, çocuğunuz bunu hakketmiştir" diyen, diyebilen birisi insan olabilir mi?..

Yazının tamamını yayınlasam tüyleriniz ürperir.. Ama o kadarla kalırsınız..

Bir eylem yapmak aklınızdan geçmez..

İki üç çaçaron peşlerine taktıkları üç beş işsiz güçsüzle, sokak köpekleri, yani çocuklarımız için en büyük potansiyel tehlikenin lehine gösteriler yaparken, İstanbul'da yaşayan milyonlarca anne ve baba, susar ve oturur.. Ta ki kendi çocukları ısırılana, kendi çocukları hastalanana kadar.. O zaman feryad figan..

Bu kentte sivil toplum örgütleri ne işe yarar?.. Bu kentte anne ve babalar ne işe yarar, bu kentte medya ne işe yarar, söyler misiniz?.. Bu kentte yaşam hakkı, insanlara değil, sokak köpeklerine tanınırken, susup oturanların "İnsan" olduklarını iddia etme hakları var mıdır?..

28 mahalle kuduz karantinası altında iken, çocuklar, sahipsiz ve meçhul köpekler tarafından ısırılıp bir dehşet filmi yaşamaya zorlanırken susup oturanların, çocukları sevdikleri söylenebilir mi?.

Biz çocuklarımızı sevmiyoruz..

Başka örnekler de var.. Yarın!..

Bu defa alkışım seyirciye..
Ben bu seyirciyi sevdim.. Nasıl güzel bir bahar havası.. İnsan içerde bağlasan durmaz.. Ama Tiyatro İstanbul'un salonu sonuna kadar dolu, Pazar öğleden sonra.. Üstelik yeni oyun bu.. Daha kimse iki satır laf etmemiş hakkında..

Buna rağmen koşarak geliyorlar.. Demek Gencay hanımın adı bir kalite belgesi olmuş bu ülkede.. Ne güzel.. Daha güzeli.. Oyun bitti, kimse kendini dışarı atmak için birbirini ezmiyor.. Tam tersine, dakikalarca, hem de tempo tutarak alkışlıyorlar..

Sanatçının ödülü işte bu.. Bu ülkede Tiyatro para için yapılmıyor.. Yapılamaz ki.. Sinema biletlerinin, 7.5-10 milyon lira olduğu kentte, hele bir de Pazar indirimi ile 4.5 milyon (Tamı da 6 milyon, sinemadan ucuz tiyatro yapan tek dünya ülkesiyiz) lira olan biletlerin tümü satılsa ne kazanır, tiyatrocu.. Onun ruhu bu, kanı bu, canı bu?.. Televizyondan aldığı paraların yanında kabak çekirdeği parası olur mu, burdan kazandığı Erhan Yazıcıoğlu'nun?..

O zaman niye çıkıyor sahneye sanırsınız?..

Tiyatro insanın kanına karışmış bir virüstür de ondan.. Sahne ışıklarının cazibesine bir kapıldınız mı, üste para verirsiniz..

Gencay Hanım "Şeker bayramında perdeleri kapadık. 'Perde kapanmaz' diye eleştirdin. Biz de Kurban Bayramında açık tuttuk. Bu bize neye mal oldu bilir misin?.. Bütün sezon boyu kazandıklarımızı 10 günde kaybettik.." dedi.. Tiyatro işte bu..

Erhan'ı nasıl özlemişiz sahnede..

Ve de ne şeker oynuyor.. Bir yanda karısı, bir yandan kendisinden 30 yaş küçük sevgilisi arasında kalan çapkında.. Şirin bir komedi Terlik. Vodvil.. Klasik, yanlış anlamalar, yanılsamalar üzerine kurulu..

Ayşen İnci eşinde, alkışlık..

Şencan Güleryüz'ü ilk defa izliyorum.. İyi bir komedyen olmaya aday.. Daha az yapmacıklı olmak kaydı ile.. Ve de Doğa Rutkay.. Medya onu tanıtmakta ikiye bölündü.. Rutkay Aziz'in kızı mı, Memoli'nin sevgilisi mi?.. Böyle bir oyun daha oynarsa, ikisi de olmaz artık. Kendisi olur.. Doğa'yı da çok beğendim sahnede.. Ama dedim ya..

En çok seyirciyi beğendim..

Israrla, tempoyla dakikalar boyu alkışlayan ve bu tiyatro idealistlerine teşekkürünü böyle ifade eden vefalı seyirciyi..

Dünya Tiyatrolar günü.. Bir tiyatrocunun ölümü..
Cumartesi öğleden sonra Ertekin'de oturuyoruz. Nefis bir hava.. Ertekin plastik duvarları kaldırmış, açık hava kahvesi olmuş, Cafe des Theatres..

Yaşları 10-14 arasında değişen çocuklar gençler sardı etrafımızı, fotoğraf çektirmek istiyorlar, imza alıyorlar..

Konuşuyoruz..

Tekirdağlı öğrenciler bunlar.. İki otobüs dolusu gelmişler İstanbul'a..

Niye gelmişler?..

İnanmazsınız..

Sefiller'i görmeye..

Hele beni, bundan daha mutlu edecek birşey var mı?..

Otobüslerle Tekirdağ'dan taşınıyorlar, okul kitaplarında ders diye okudukları Hugo'yu, Sefiller'i tanımaya..

Gece yatana kadar önüme gelene anlatıyorum..

"Sefilleri görmeye gelmiş öğrenciler biliyor musunuz?.. Taa Tekirdağ'dan.."

Ne mutlu o öğrencilere, bu bilinçte hocaları var..

Ne mutlu Levent Kırca'ya.. Emekleri boşa çıkmamış.. Okullar taşınmaya başlamışlar işte, çadıra..

Salı günü Dünya Tiyatrolar Günü kutlanacak.. Bundan güzel haber olur mu, bugün için.. Bir tane daha var..

Eskişehir'de Yılmaz Büyükerşen Hocam, bu kez Belediye Başkanı olarak bir Tiyatro salonu açıyor. Bir açılış düzenlemiş.. Tiyatromuzun tüm kahramanları davetli.. Beni de çağırmış..

"Koşarım" dedim, telefonu kapadım.. Sonra birden kanım dondu..

"Kültür Bakanı da davetli mi" diye yeniden telefon açtım..

Efendim söz vermiş. Başka işi çıkmazsa gelecekmiş..

Bu yetti bana.. Ben o adamla ayni çatı altında bulunmam..

Kaç gecemi ziyan etti. O gelecek diye gitmedim. Gelmedi.. Gelmez. Ama ben o yüzü öylesine görmek istemiyorum ki, riski göze almam.. İptal ettim..

Onun yerine kendime bir kutlama icad ettim.

Tiyatro İstanbul'u aradık, Pazar günü Terlik adlı oyunu izlemek üzere.. Ben de böyle kutlarım ne yapalım?..

Pazar sabahı gazeteye bakınca dondum kaldım..

Sefiller, o Tekirdağlı öğrencilerin geldiği gece tam bir trajedi yaşamış, baş rollerden birini oynayan Tekin Siper sahnede kalp krizi geçirip ölmüştü..

Düşünebiliyor musunuz?.. Düşünebiliyor musunuz?..

O Tekirdağ'dan gelen öğrencileri de düşünebiliyor musunuz, Sefiller'in 250 kişilik ekibine ilaveten..

Şov devam edecek tabii.. Levent devam edecek.. Sefiller devam edecek.. Tiyatronun kuralı bu..

Bu yazıyı bitirdikten sonra, çıkıp, karşıya Teşvikiye camisine gideceğim.. Tekin'in törenine katılmak, onu uğurlamak için.. Sonra dönüp, Terlik izlenimlerini yazacağım..

Oyunun kuralı bu.. Oyuncular ölümlü.. Yazarlar ölümlü.. Yukardakinin elindeki listeye göre sırası gelen gidecek.. Ama Tiyatro hep sürecek.. Çünkü o ölümsüz!..

Dünya Tiyatrolar Gününüz kutlu olsun!..

BİZİM DUVAR
Marmara Denizi'ndeki son depremi, depremciler önceden bilmişler. Marifet artık depremi önceden bilmekte değil, krizleri önceden anlayabilmekte.

Hakan&Utku

TEBESSÜM
Fıkra Özgür Çetin'den

Taksideki müşteri şöföre bir şey sormak için şöförün omzuna dokunur ki, şöför neye uğradığını şaşırır ve korkusundan kaza yapar... Kaza sonrası şöför: "Özür dilerim bu benim ilk günüm taksi şirketinde. Daha önce hep cenaze arabası sürmüştüm."

SEVDİĞİM LAFLAR
Hayata çınar ağacı gibi kök salmayın, yoksa sökülürken çok acı çekersiniz.

 
Sabahonline'nın değişen tasarımını nasıl buldunuz?

Eskisine göre çok beğendim
Eskisi daha iyiydi
Farketmez

 


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır