kapat
24.03.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 

Cana gıda akıl ruhudur


Dört ayak üstü yemek yemekle iki ayak üzerinde yemek arasında ergonometrik fark da vardır
Sabah, 20 Mart, iç sayfadan bir manşet "Ayakta yemek yemek günah mı?" İstanbul'da, Mercan Ağa Camii'nin imamı, Bilal Gündoğdu cuma vaazında, ayakta yemek yemenin yemeğe saygısızlık, hatta bunun hayvanlara mahsus olduğu gibi laflar ederek, o esnada camekanlı satıcıdan aldığı nohutlu pilavı yemekte olan değerli yazar Güngör Uras'ın iştahını kaçırmış... Aslında benim hemen söyleyeceğim şu cümle herkesin malumudur. Dinler insanları yola getirmek; adab-ı muaşeret ise onlara toplumda daha zarif olmayı ve diğer insanları rahatsız etmeyecekleri davranış biçimlerini öğretmek için yola çıkarlar. Biri diğerinin vazifesini yapmaya kalktığında işler karışır.

Değerli hocamız besbelli bir adab-ı muaşeret için yola çıkmış. Hayvan benzetmesi masumdur, çünkü herkes biliyor ki hayvanlar dört ayaklıdır. Dört ayak üstü

yemek yemekle iki ayak üzerinde yemek yeme arasında kuşkusuz, fiziki olduğu kadar ergonometrik farklılıklar var. Dört ayak pozisyonunda yemek yiyen biri ancak önünü görebilir dolayısıyla kendini izleyen var mı yok mu farkedemez...

Toplumda en güçlü etkiyi yarattığı için özellikle halkın çok cahil olduğu devirlerde, din zaman zaman adab-ı muaşeret yerine geçmiş. Mesela, Osmanlı'da dökülen ekmek kırıntılarını elle toplamak uğursuzluk olarak nitelendirilirmiş. Bunun yemeğe saygıdan çok sevimsiz bir hareketi önlemek için söylendiği kesin. Bunun gibi yine çarşıda herkesin önünde durup helva, baklava gibi şeyler yemek de uğursuzluk sayılırmış. (Hepsi Osmanlı Adet Merasim ve Tabirleri kitabından) Uğursuz sayılanlar arasında ekmek ufağını yere dökmek; sol elle su içmek, oturan birinin etrafında dört dolaşmak gibi kurallar var! Yani bir tür adab-ı muaşeret kaidesi. Ayaküstü yemek yemeye gelince, bu pozisyon günah sayılıyorsa, bunun derinliğinde yatan şey aslında, alamayacak güçte olanların canlarının çektirilmemesi gibi bir kibarlık ve hassaslık gerektiriyor olması...

Aslında İslam dini gibi bütün dinler, yemeği bir nimet olarak kabul ederler. Sicilya'da bu nedenle ekmek bıçakla kesilmez. Yiyeceklerin güçlükle elde edildiği Japonya'da ise yiyecekler saygı arzeden bir biçimde tek tek ve azar azar getirilir. Onun için şişman Japon pek yoktur. Sofrada Tanrı'ya şükretmek de bu düşünceden kaynaklanır.

YEMEK GÖRGÜSÜ
Mevlevilik ise yemeğe mistik anlamlar yükleyerek onu bir beden ihtiyacından öte bir mertebeye çıkarır, zarifleştirir. Kişilere iştahlarını frenlemeleri, bedensel duyumda abartıya kaçmamalarını işler. Mevlana'nın kendisi orucu çok sever ve ancak üç günde

bir yemek yermiş. Mevleviliğe göre bütün yiyeceklerin vücut bulduğu toprak Allah'ı simgeler, yiyecekler de Tanrı'nın birer ifadesidir. Mevlevilik tarikatına girmek isteyenler ise ilk önce mutfakta görev alır. Zira mutfak, yemek pişirme yoluyla bir öğreti ortamıdır.

Ocak başındaki sabır, emek en basit sayılabilecek diyelim bir bulgur pilavını bile değerli kılar. Bu saygı da adab-ı muaşeret kuralını birlikte getirir. Bu öğreti ile yetişmiş olan biri yemeğe rastgele kaşık sallamaz...

Mevlevilik ve Bektaşilik tarikatlarının düsturu olan "Yemekle beraber pişeceksin" ise bir aşçılık önerisi olmayıp, hayatın manevi yönlerine kurulan bir köprüdür... Aslında hocamızın demek istediği şeyler herhalde bunlardı da ibadet temposunun aksine, laflar aceleye gelmiş... Yazıyı Mevlana'nın bir beyiti ile noktalayalım. "Yemek dediğim, akıldır, ekmek ve kebab değil... Oğul, cana gıda akıl nurudur."

Engin Akın

engina@turk.net

 
Sabahonline'nın değişen tasarımını nasıl buldunuz?

Eskisine göre çok beğendim
Eskisi daha iyiydi
Farketmez

 

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır