Çırasız kandil yakanlar
Diyarbakır'da kadınlar buluştu. Doğulu kadınların sorunları bakiydi; farklı olan, korkusuzca 'önce barış' demeleri
'Oğlum ne hırsız, ne de katil, o özgürlüğü için dağlarda. Koçlar kurbanlık içindir.' Bu sözleri bir yıl önce Diyarbakır'da bir kadın söylüyordu. Bir başka kadın kaldırımda çöp bidonunun yanına kıvrılmıştı. Sokaklar gecenin karanlığında ıssızdı. Kadın bizi görünce çıplak ayaklarını gazete kağıtlarıyla gizlemeye çalışmış, soğuktan morarmış ayakları görülsün istememişti. Çok acı çekmişlerdi, ama çok onurluydular.
Bir hafta önce yine Diyarbakır sokaklarındaydım. Bu kez kadınlar "Yeter artık, çok bedel ödedik, akan kan dursun, kalan çocuklarımız barış içinde yaşasın" diyordu. Kadınlar yine çok acılıydılar ama artık bedel ödemek istemiyorladı, "önce barış, ekmekten önce barış" diyorlardı.
Her zamanki gibi Doğulu kadının değişmez fotoğrafını veriyorlardı. Yine süslüydüler, çok renkliydiler... Morlar, sarılar, kırmızılar, elbiselerden sarkan boncuklar, pullar, payetler göz kamaştırıyordu. 60-70 yaşındaki kadınlar pırıltılar, allı güllü kıyafetler içinde genç kız gibiydi. Genç kızlar ise objektiflere bu kez çekinmeden bakıyordu. Onlar da anneleri gibi "barış, insan hakları ve demokrasi" diyorlardı ama bir yandan da geleceğe yönelik taleplerini dile getiriyorlardı.
"Diyarbakır kızları çırasız kandil yakar" diye bir türkü vardır. İşte onların yürekli tavırları, misafirlerini kucaklayışları, dertlerini dile getirişleri "çırasız kandil yakacak" nitelikteydi. Doğulu kadınların dillere destan dilanı, her vesilede zılgıtlarla ortalığı şenlendiriyordu. 60'lık, 20'lik; üç, beş, 12 çocuklu kadınlar İstanbullu, Ankaralı hemcinsleriyle dilanda birbirine dokunuyor, coşuyordu. Biz, İstanbul'dan ve Ankara'dan gelen kadınlar, sosyolog Pınar Selek'in çağrısıyla toplanmıştık. Selek'in başlattığı girişimin adı "Barış İçin Kadın Dayanışması" idi. Aramızda Doğu'yu ilk kez görenler vardı. Kısa sürede çok şeyi paylaşmak istedik. Ellerine mikrofon verdiğimizde yaşadıklarını anlatmalarının çok zor olacağını düşünüyorduk ama bizi şaşırttılar. Mikrofon hakimiyetleri, söylemleri düşündürücüydü. 8 Mart Parkı'na "barış ağaçlarımızı" diktik. O ağaçların büyüyüşünü izlemeye de söz verdik...
Barış bombası patladı
Sosyolog Pınar Selek, Mısır Çarşısı'nın bombalanması iddiasıyla konduğu cezaevinden çıktıktan kısa bir süre sonra "Barış İçin Kadın Dayanışması" girişimini başlattı. Selek, "barış bombasını patlattım" diyor
Neden kadınlar? Neden Doğu? Ve neden şimdi?
Ülke olarak, çok tehlikeli bir dönemden geçiyoruz. Eğer ülkemizi bu sırat köprüsünden geçirme işini sadece siyasetçilere bırakırsak, ateşe düşme riskimiz oldukça fazla. Barış ve demokrasi mücadelesini derinleştirerek tüm topluma yayamazsak, savaştan yana olan güçlerin son derece kapsamlı olan kuşatmasını da yaramayız. Bu noktada kadının çok önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Barışın da kadının bu hünerine ihtiyacı var. Çünkü tarihteki hemen hemen bütün savaşları erkekler çıkarmış. Erkekler, siyasete hakim oldukları sürece savaşı ortadan kaldırmayı becerememişler. İşte bizim gezimiz böylesi bir ihtiyaca doğru atılan bir adımdı. Siyasetin, kadının barışçı diline ihtiyacı olduğunu düşünerek, Diyarbakırlı kadınlarla, bu ortak dilde birleşmeye gittik.
BARIŞ YOLCULUĞU
Bu girişimi Mısır Çarşısı'nın bombalanması iddiasıyla konduğunuz cezaevindeyken mi planladınız?
Ben mahkemede hakime 'bir bomba patlatacağım' demiştim. Herkes şaşırmıştı. Sonra bir barış bombası yapıp, fitilleyeceğimi anlatmıştım. İşte galiba o günlerde anlatmak istediğim buydu.
Bir erkek grubu kısa bir süre önce bölgeye gitti. Kadınların farkı neydi?
Erkekler alınmasınlar ama, onların akıllarına barış deyince futbol geliyor. Bu ya savaşırız, ya da top oynarız gibi bir şey oluyor. Tabii top oynama hiçbir soruna kalıcı çözüm getirmediği için de savaşlar yeniden patlak veriyor. Biz de dedik ki barışa kadın eli değmeli ve çıktık yola.
İki gün içinde Diyarbakır'da nasıl bir ortam bekliyordunuz ve neler yaşadınız?
Oraya gittiğimizde, ilk yaptığımız sansürsüz ve demokratik bir tartışma ortamı içinde sorunları açığa çıkarmak oldu. İkinci adım şenlikle atıldı. Binlerce yıllık birikim öyle üç-dört saatte paylaşılabilir miydi? Hayır, ama biraz önce de söylediğim gibi, amacımız sembolik bir mesaj vermekti. Çarıklı beldesinde yoğunlaşan adım ise halkla doğrudan temas ve ilişkilenme çabası oldu. Halk, bölgenin çiğ köfte ve sıra geceleri ile öne çıkan magazinel çeşitlerden çok daha büyük zenginliklere boğdu bizi. Son adımımız ise barış yolculuğumuzu özetleyen bir çalışma idi: 8 Mart Parkı'nda barış fidanları diktik. Barış emek ister, köklü çözümler ister, yaratıcılık ister, kalıcılık ister, demek istedik.
Yolculuğun zorlukları nelerdi?
Farklı kadınlar bir araya geldi. Sanıyorum, kimse yaratılan büyünün bozulmasını istemedi. Herkes çok uyumluydu ve ben hep tanrıçalar bize yardım ediyor diye düşündüm.
Biz büyük şehirlerde yaşıyoruz, yaşantılarımız farklı ama ortaklık bulma noktasına doğru adım atmaya çalışıyorduk... Siz kendinizi farklı hissettiniz mi? Bu farklılık rahatsız etti mi?
Barışın yüzü sıcaktır derler ya, bu sıcaklık bizlere de yansıdı. Ve tüm acılı tanıklıklara rağmen, hepimiz içimizde çok derin bir mutluluk hissettik. Çok etkilendiğimi söyleyebilirim.
Cezaevinde kalışınızın bu geziye nasıl bir etkisi oldu?
Son 2.5 sene içinde yaşadığım tanıklıklar, ruhumu taşınması zor bir yükün altında bırakmıştı. Bu yolculuk, benim için biraz da tanıklıklarımı paylaşma anlamı taşıyor. Ben kadınlarla paylaştım. Onların daha iyi anlayacağını düşündüm. f
DAĞLARI BOŞALTABİLİRLER
Oradaki kadınların en temel sorunu ne? Neyi istemiyorlar?
En temel sorun yaşama sorunu. Kimse öyle genel geçer sözler, gösterişli, reklam yönü ağır basan çıkışlar istemiyor. Şiddetin şiddeti doğurduğuna tanık olmuşlar. İnkarın daha büyük bir tepki yarattığını yaşamışlar. En çok tekrarladıkları söz şu: Kan, kanla yıkanmaz. Onlar için demokrasi de tüm kirleri temizleyecek bir berrak su gibi. f
n Biz biraz şaşırdık aslında. Dövünen, ağıtlar yakan kadın görüntülerinden çok farklıydılar...
Zorluklar onları bilgeleştirmiş. Çocukları ölenler dahi kinli değil, intikam istemiyorlar. Başka çocukların ölmesini engellemek için bağırlarına taş basıyorlar. Sanıyorum, ülke yönetiminde söz sahibi olabilseler, tüm dağları üç günde boşaltabilirler. Ve Türkiye'yi, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya'nın hatta tüm dünyanın en demokratik, en barışçı ülkesi haline getirebilirler. Tabii tek başına değil, bizlerle birlikte. Kadın dayanışmasının bu ülkeyi mutluluğa boğabileceğine inanıyorum.
Katılanlar ne dedi?
'Batı, Doğu'yu sahiden görsün, istesin'
Zeynep Oral (Gazeteci yazar)
Diyarbakır'da gözlemlediğim en büyük fark, artık konuşmaktan, bağırlarındakifyangını dışa vurmaktanfkimsenin korkmamasıydı. Belki acının en uç noktasına vardıklarından, belki yok sayılmanın, seslerini hiç mi hiç duyuramamanın sınırına gelmişlerdi... Artık yitirecek hiçbir şeyi olmayan insanların çığlığı gelip hep o sözcükte "Aşiti"- "Barış" sözcüğünde düğümleniyordu. Ölen, kaybolan, yok olan, cezaevlerinde işkence gören çocuklarıyla anaydılar... Bütün kadınlar çocuktu. İçlerinde büyüttükleri barışfumuduyla çocuktular... Bizler, "Barış için Kadın Dayanışması" girişimiyle Diyarbakır'a gidenler, onları dinledik, aradaki uçurumun kapanabileceğine inandık. Yeter ki daha da geç olmadan, Batı, Doğu'yu 'görsün' ve barışı gerçekten, sahiden istesin.
'Kimse onlara akıl öğretmiyor'
Ayşe Düzkan (Gazeteci yazar)
Kadınların Diyarbakır ziyaretleri her zaman erkeklerinkinden farklı oldu. Onlar gözalıcı karşılaşmalar yerine, birebir ilişkileri tercih ettiler. Beni en çok etkileyen şey, İstanbul'dan birlikte gittiğim arkadaşlarımın oranın gerçekleriyle yaşadıkları mesafe oldu. Avrupa'nın, hatta Asya'nın birçok yerini görmüş olan bu kadınlar, Ortadoğu'nun güzel şehirlerinden birisi olan Diyarbakır'ı görmemişlerdi. Sonra bir kısmı Kürtçe konuşmanın ideolojik bir tercih olduğunu sanıyorlardı. Oysa insanlar, anadilleri Kürtçe olduğu için Kürtçe konuşuyorlar. Her zaman olduğu gibi Kürtlerin misafirperverliği karşısında mahçup oldum. Ayrıca kadınların bilinci ve gücü beni bir defa daha büyüledi. Elif Ergu
feliselif@yahoo.com
|