kapat

18.03.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Limasollu
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Balaban'ın elli yıllık hüneri
İşte seyreyle gözüm hünerini Balaban'ın

İşte şafak vakti mayıs ayındayız.

İşte aydınlık, akıllı, cesur, taze, diri, insafsız.

İşte bulut, kaymak gibi lüle lüle.

O akşam bir çocuk gibiydi İbrahim Balaban.

80'inde bir çocuk gibi!

Yarım asır boyunca fırça attığı tuvaller dizi dizi duvardaydı.

Atatürk Kültür Merkezi'ndeki "Balaban'ın 50. Yıl Resim Sergisi" sadece usta ressamı değil, son elli yılımızı da anlatıyordu aslında.

Ancak bir karabasan gibi üzerimize çöken bulutlar, o akşam Balaban için (bir günlüğüne) dağılıvermişti...

Kara Çarşamba, karaborsa, karanlık adamlar, kararan umutlar, kararmış tahta masalar, karalar bağlamış insanlar!..

Evet, Balaban için hiçbir şey ama hiçbir şey, kendi "elli yıl"ından daha önemli olamazdı o akşam. Sorumsuzluk değildi tabii ki, gamsızlık da hatta...

Öyle ya hayatı acılarla geçmiş, yaptığı resimlerden dolayı sorgulanmış, yıllar yılı ülkenin yoksulluğunu tuvale aksetmiş bir adamın, "sıradan" olması, sorumluluktan kaçması mümkün müydü?

Tabii ki değildi. Ama olsun varsın, o akşam, davetlilere sadece kendini anlatıyordu, sadece kendisi vardı o an.

Bir görseydiniz, yanağını okşardınız, sever, hak verirdiniz ona.

O akşam, Bursalı olmasından mülhem bir ipekböceği gibiydi biraz da.

İpekböceği, önce koza olur, kendini hapseder ve kelebek olup uçar, tekrar tohuma döner, yani yeniden kelebek olmayı bekler ya.

İbrahim Balaban da yeniden kozasından çıkan bir kelebek gibiydi kısacası...

Aslında elli yıldan da önce başlamıştı resme ya. Fakat nedense "eski zaman adamları"nda görülen bir efendilikle; ilk açılan sergisini milat almıştı! Oysa daha 11'indeyken, köylük yerde (Bursa'nın Seçköy'ü) ağaçlara, ağıllara çizdiği resimleri bile vardı.

Bir başka hikayesi daha vardı ki Balaban'ın şiirlere kaydolmuştu.

İşte, Memleketimden İnsan Manzaraları'ndan bir bölüm.

"Köylü ressam 25'inde vardı. Ağanın oğlunu vurmuştu bir kız meselesinden. Kaat gibi beyazdı yüzü. Gözleri bir buzağının altın gözleriydi. Ve dudakları kalın, kırmızı. Diplomalıydı, üç sınıflık köy okulundan. Üç ay önce başlamıştı yağlıboya resme. Halil'i bir gün resim yaparken gördü. Uzun parmaklarını ilk önce çekinerek, sonra cesaretle tuvale sürdü. Sonra, sıcak soluğu ayrılmadı Halil'in ensesinden iki gün. Sonra, boya istedi Halil'den. Ve bir tahtanın üstünde kendi resmini yaptı aynaya bakarak. İnanılmaz şeydi eser. Hemen İstanbul'dan resme dair kitap getirttiler. Bir gecede hiçbir şey anlamadan okudu bizim köylü! (Balaban) Ve ertesi gün sordu Halil'e.

- Hocam Akademi çalışmak nedir?

- Akademi demek, yani çıplak insan resmi yapmak. Bu mutlak lazım sana, mutlak.

Anladı ve üç gün sonra zatürreden revire yattı Bethoven Hasan. Çünkü koğuşta çırılçıplak oturtmuştu Hasan'ı açık pencerenin önünde ve Akademi çalışmıştı! Bethoven Hasan'ı ölümden zor kurtardılar"

***

Evet, o AKM akşamında da Balaban'ı uçmaktan son anda vazgeçirmişlerdi!.. Her şey herşey o kadar güzeldi ki. Çocuk masumiyeti içindeydi Balaban. Bir geceliğine çocuk olmuştu!

Yerinde olmayı çok isterdim!

Dikkat karakolda korsan var!

En çarpıcı örneği Yılmaz Erdoğan verdi; "Adam kitabımın korsanını sattığı gibi, bir de gevrek gevrek gülüp benden imza istedi!"

Şimdi ben de buradan ihbar ediyorum!

İzmir Karşıyaka Emniyet Amirliği'nin tam önünde "korsan"ın ne işi var?

Evet, evet, sayıklamıyorum.

Tatil haftasında gözlerimle gördüm..

Karşıyaka Emniyet Amirliği, ilçenin en kalabalık caddesi üzerinde. Her türden işportacının kaldırımlar üzerinde satış yaptığı uzunca bir cadde.

Yahu dedim, terlikçiyi, simitçiyi anlarım da "korsancı" neden karakolun önünü seçer? Baktıkça gülesim geldi. Böylesi galiba bir tek bizde görülür. Adam (hatta yanyana iki adam) korsan kitabı ve her türden VCD'yi sermiş tezgahın önüne bağıra çağıra satıyor!

Polis memurlarının gözü önünde! Amirin gözünün içine baka baka!

Pervasızca, utanmadan hatta (kulağı çınlasın, İbrahim Tatlıses'in deyimiyle) ciğersizce, şerefsizce!

Peki durum buysa, bu ülkenin yaratıcıları, sanatçıları hesabı kimden soracak? Yazılarını bırakıp korsan avına mı çıkacaklar, sütüdyoyu terk edip korsan mı takip edecekler, sete ara verip korsan mı kovalayacaklar? Elbette hayır.

Önceki akşam bir televizyon programında genç bir müzisyen arkadaş güzel bir örnek verdi;

"Otomobilim çalındığı zaman ben ne yaparım?

Durumu karakola bildirir, bulunmasını beklerim. Otopark

otopark dolaşıp hırsız arayacak halim olmaz. Aynı durum "eser hırsızı" korsan satıcısı ve üreticileri için de geçerli. Ben neden takip edeyim, ortada benim can ve mal güvenliğimden sorumlu koskoca bir polis teşkilatı var... Biz suç duyurusunda bulunuruz; gerisi emniyetin işi!"

Evet emniyetin işi ama gözlerimle gördüm!

İzmir Karşıyaka Emniyet Amirliği'nin tam önünde "batan edebiyatın malları bunlar!" diye diye kitap satan adamın, tam karşısında, "can çekişen sinemanın malları bunlar" diye bağıran satıcının suçu hiç mi hiç yok! Şaka bir yana suçu var tabii!

Hem kitaplardan hem de VCD'den birer örnek alayım dedim (araştırmacı gazeteciliğe özenerek!).

Önce kitabın sayfalarını çevirdim 170 sayfalık kitapta 30 sayfa boş!

Film diye satılan VCD'de de üzerinde belirtilen film olmadığı gibi sunulan eserin (!) sesi yok!

Kendi kendime dedim ki; bari korsanını yapıyorsunuz adam gibi yapın!


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır