|
Fener yendi, biz perişan olduk
Buket Uzuner ile Hasan Bülent Kahraman mürit, Attila İlhan şeyh... Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı'nda ayaküstü işkence... Görgülü burjuvaların biraya limon sıkışı...
Sevgili Orhan, Müjde; bir sapığımız oldu. Attila İlhan'a laf ettim diye ana avrat dümdüz giden dream44 nick'li birisi peydahlandı. Ne yazarsam yazayım, e-mail gönderip küfrediyor. O halde arkadaşı memnun edelim, biraz daha Attila İlhan muhabbeti yapalım.
Kaptan geçenlerde Attila İlhan'a Mektuplar diye bir kitap çıkardı. Kendisine gönderilen mektupları derlemiş. Bozulan çok oldu. "Mektuplar 'özel' değil midir, sormadan yayınlamaya ne hakkı var" dediler. Ben tabii ki her zamanki gibi işin başka yönüyle ilgilendim.
Mesela Buket Uzuner ile Hasan Bülent Kahraman'ın mektupları çok ilginç. Uzuner 1980'lerde Kaptan'a, Attila İlhan'ın üslubunu taklit eden mektuplar yazmış. Bunu yaparken yaşı da küçük değil üstelik; 20'lerinin ortasında. Ben okurken çok güldüm. Mesela bir kafeyi anlatırken, "... masada insanlar Fransızca'yı takmış ağızlarına sürüklüyorlar" diyor. "Fena halde"lerden "dehşetli" bilmem nelerden geçilmiyor 'betikler'.
Sen de 80'lerde bir ara şairlerin öznel sentagmaları üzerine çalışmıştın da, "Kafaya takarsam istediğim şairi taklit ederim" diyordun. Bana bunu hatırlatan ne oldu biliyor musun? Uzuner, İlhan'ı taklit ediyor, ediyor ve 1995'te yazdığı (kitaba göre) sondan bir önceki mektubunda şöyle bir cümle kuruyor: "Ve ben bunu hep yapıyorum." Bunu görünce irkildim, çünkü düpedüz Edip Cansever'in dize kurma biçimiydi. Belli ki artık Kaptan'dan kopuyordu. Bilirsin, biz de aynı sırayı izlemiştik: Nazım Hikmet, Attila İlhan, Edip Cansever ve diğerleri. Ama tabii biz 80'lerde bu 'angajman'ı bitirirken, Uzuner 90'lara kadar sürdürmüş.
ÇAKARIM ÇAKARSIN ÇAKAR
Gelelim H.B.Kahraman'a... Ben tanışmadım ama senin arkadaşındı; değil mi? Onun mektuplarında da İlhan'a olağanüstü bir bağlılık var. Ancak bu 'üslubu taklit' biçiminde değil. Düpedüz, bir müridin bir şeyhe bağlanması gibi: "Son birkaç zamandır hep sizinle yatıp, sizinle kalkıyorum" diyor, "Gelip yüzünüzü göremeyeceğim" diye hayıflanıyor, "Mektupla, ardından telefonla emirlerinizi aldıktan hemen sonra..." diye esas duruşa geçiyor. Burada benim anlamadığım Kahraman değil elbette; Kaptan'ın kendisi. Genç birisi böyle bir yakınlık geliştirebilir de... Atatürkçü, laik, modernleşmeci bir Attila İlhan bağlılığın bu biçimine nasıl izin verir?
Bağlılık dedim de... Bizim Fener şampiyonluğa gidiyor ya; takımı bir de "canlı" izleyelim deyip, geçen Pazar, Antalyaspor maçına gittik: İlke, Begüm, Nur, ben. Sarı-lacivertli kaşkol bile aldım. Ama tam bir cehennem azabıydı. Bilet almak bir dert (İlke'yi kurban seçtik), kapıdan girmek bir başka dert. 17:00'de girdik. Plastik koltuklar çamur içindeydi. Tam iki saat çekirdek çıtlattık. Derken maç başladı. Sözde oturarak seyredeceğiz. Ne gezer? Başlar başlamaz herkes ayağa fırladı. Tam 'ona da eyvallah' diyecektik ki... Baktık, millet koltuğun üstüne çıkmış, sahayı görmek mümkün değil. Hadiiii biz de koltukların tepesine tırmandık. Kızların ayağında çizmeler. 30 santimetre kare alanda iki 45 dakika geçirdik. Ayılığın dik alası! (Tek tesellimiz Fener'in kazanması oldu.)
Diyeceksin ki, işçi sınıfı böyledir... Bir kere bunlar işçi mişçi değildi, adambaşı 20 milyon bayılan takımdandı. Ayrıca; burjuvalar da çok mu farklı? Zırt pırt söylerim ya; bizim burjuvalar fevkalade "görgülü"dür. Bir şeyin nedenini araştırmaz, gördüğünü taklit eder. Mesela geçenlerde Kalamış Divan'a gitmiştik. Adamın biri Corona içiyordu; Meksika birası. Bilirsin Meksikalılar sinekler konmasın diye bira şisesinin tepesine bir limon dilimi takarlar. Bizim "görgülü" burjuva da ne yaptı biliyor musun? Corona ile gelen limonu foşur foşur biranın içine sıktı! Gidip sorsan, der ki "Ben böyle seviyorum."
Neyse. Bu hafta da bu kadar. Dergiye yazdığın yazıyı aldım, okudum, iyi olmuş, eline sağlık. Bir gün sana da çakarım inşallah! Sevgilerimle...
|
Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|