Avrupa'yı ayağa kaldıran, binlerce hayvanın yok edilmesine neden olan şap nedir?
Hüseyin Yılmaz: Şap sığırlarda ve domuzlarda görülen bir hastalık. Koyunlar ve keçilerde de rastlanıyor ama her zaman belirti göstermeyebiliyor. Fil, kirpi ve sıçanlar bünyesinde bulundurabilir. Şap, hayvanların tırnak aralarında ve ağızlarında yaralar oluşturur. Bu yüzden hayvanlar yemek yiyemez, su içemez hale gelir. Bu da onları zayıflatır, etten ve sütten düşmelerine neden olur.
Tahsin Yeşildere: Şap ülkemizde uzun süredir var olan bir hastalık. Batı'da yıllardır görülmüyordu. ABD'de 70 yıldır rastlanmıyordu. İngiltere'de en son 1981'de görülmüştü. Bizde köylüler bile bu hastalığı tanır. Hayvandaki yaraların müdahalesiz iyileşmesi zor. İlaç ve dezenfeksiyonla 20 gün ile 6 ay arasında iyileşebiliyorlar.
Madem hastalığın çözümü var, neden bunca hayvan öldürülüyor?
TY: Çünkü çok hızlı bulaşıyor. Hayvan salyasıyla, idrarıyla, sütüyle enfeksiyonu her yere yayıyor. Köylü hasta hayvana dokunup yan çiftliğe gittiğinde hastalığı çizmesiyle bile bulaştırabiliyor. Rüzgar, kuşlar da hastalığı yayabiliyorlar. İngiltere'nin bu derece önlemler almasının nedeni de bu.
Şap insanlar için de tehlikeli mi? İnsanı öldürebileceği söylendi.
HY: Burada temas önemli, çünkü virüs havayla bulaşabiliyor. Şayet kişi bunu üst solunum yoluyla alırsa orada barınabilir. Ancak insanlarda ölüme neden olmuyor. Ayrıca çiğ sütten de bulaşabilir. Et bekletildiği için böyle bir risk yok. Süt de kaynatılıp içildiği zaman risk taşımıyor. Hayvanlarla yakın temasta olan bakıcıların ellerinde kızarıklıklar olabiliyor. 'İnsanı öldürebilir' dendi. Sanırım burada şapın insanlardaki hali, söz konusu olan. Şap 'foot and mouth disease'dir; ama bir başka hastalık olan ve insanlarda görülen, çocukların ölümüne sebep olan 'hand-foot and mouth disease' ile karıştırılıyor. Çünkü şap sadece kızarıklıklara yol açar, o kadar.
TY: Bu yönde yapılan açıklamayı bir talihsizlik olarak değerlendiriyorum. Hem üreticiyi hem de tüketiciyi zor duruma düşürdü. Konuyu bilmeyenler görüş bildirmesin. Hastalığın insanları etkilememesi 'şaplı hayvanın eti tüketime sunulmalı' anlamına gelmez. Her şeyden önce yasaktır bu.
TY: Çünkü ekonomik kayba sebep oluyor. Hayvan, ağzındaki yaralardan ötürü yem yiyemiyor, zayıflıyor ve seconder enfeksiyonlar ortaya çıkıyor. Bu yüzden ölüyorlar.
HY: Et ve süt verimi yüzde 40-50 oranında düşüyor. Bu sadece bir hayvan için geçerli, bunun diğer hayvanlara ve çiftliklere sıçradığını düşünürsek bu çok ciddi bir para kaybı anlamına gelir.
TY: Bu önlemleri bizim de almamız gerek. Kanunlarımızda da var. Şapa yakalanmış hayvanların bulunduğu yöreler kordon altına alınıp oradaki hayvanlar imha edilir. Ama devlet hayvanların parasını ödeyemediğinden bu mümkün olmuyor. Bu şartlarda vatandaşa 'hayvanını öldür' derse, ya kesime gönderir ya da yara tedavisine başvurarak verim düşüklüğüne gider. İngiltere bu hastalıktan ötürü 1 milyar sterlin kaybetti. Önlenemezse trilyon olacak. Türkiye de yıllardır bu kayba uğruyor. Ama bakanlığın bütçesi sadece bu işe ayrılsa bile yetmez. İngiltere hastalık ortaya çıktığında 200 milyon dolar ayırmıştı, bu şu an yetersiz kaldı. 114 bin hayvan öldürüldü ve 30 bini de sırada bekliyor. Şayet ormanlardaki yaban domuzlarına bulaşmışsa askerden yardım alacaklar.
Bu hastalık bizde uzun süredir varsa ve çok hızlı yayılıyorsa, hiç önlem almadığımıza göre tüm hayvanlarımız şaplı mı oluyor?
HY: AB'de hastalık çıktığı an imhaya başvuruluyor. 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu'na göre iki uygulama var. Hastalık sınırda görülürse, hayvanlar imha ediliyor ve tazminat ödenmiyor. Ülke içinde görülürse tazminat ödenir deniyor. Ben ödendiğini görmedim.
TY: Bir ödeme yapılmıyor. Çünkü para yok. Hayvancılığımız 1980 sonrası büyük bir krize girdi. Tamamen dışa bağlı hale geldi. Hastalıklarla mücadele edilemiyor; çiçek, şarbon, tüberküloz çok yaygın. Veteriner hekim sayısı çok az. 15 yıldır bakanlık veteriner hekim almıyor. Türkiye'de etkin bir mücadelenin yapılması mümkün değil. Bakanlığın yeniden yapılanması şart.
Nasıl bir yapılanma gerekiyor?
HY: 'Deli dana'dan sonra Avrupa'da literatüre yeni bir kavram girdi. Sığırlara pasaport verilmesi söz konusu. Hayvanlar bu şekilde yurtiçinde ve dışında dolaşabilecek ve bunlar belli şartlar içerecek. Yani onların da bir çeşit vizeleri olacak. Bu şartlar uzman kontrolü ile belirlenecek. İngiltere 'deli dana' hastalığı ortaya çıkınca ZEAK adında bir bilim komitesi kurdu. Bizim de devlet düzeyinde bir bilim komitemiz olmalı.
TY: Bunu hep dile getirdik. Değişik fakültelerden, sivil toplum örgütlerinden kişilerin görev alacağı ve acil önlemler alacak bir kurulun oluşturulması şart. Yoksa mücadele şansımız gittikçe azalıyor ve hayvancılığımız yok oluyor.
Üç tarafımız virüsle çevrili
Türkiye'de köylüler bile şapın ne olduğunu biliyor diyorsunuz. Peki bir şey yapılıyor mu?
HY: Türkiye'nin şap hastalığı konusunda şöyle bir avantajı var; güneşli, sıcak ve nemi düşük bir ülke. İngiltere'nin ise bunlar dezavantajı. Şap hastalığının virüsü ışığa dayanıklı değil. Dolayısıyla yayılması daha yavaş olabilir, virüs ölünce zincir kırılır. İngiltere'nin burada bir diğer dezavantajı da domuz üretiminin çok olması; çünkü domuzlarda bu hastalık sığırlara göre daha hızlı yayılıyor. Türkiye'de ise domuz üretimi çok az. Ama tüm bunlar yayılmayacağı anlamına gelmiyor. Dediğimiz gibi rüzgar bile bu hastalığı bulaştırabiliyor.
TY: İngiltere'nin böylesi sert önlemlere başvurabilmesinde bir ada olması ve irtibatta olduğu ülkelerin gelişmiş ülkeler olması da etkili. Çünkü onlar da hastalıkla mücadele edebiliyorlar. AB zaman zaman, Trakya bölgesi için Türkiye'ye parasal yardımlar yapıyor. Arada deniz var, hiç olmazsa burayı arındıralım diyorlar. Türkiye'nin mücadele etmesi çok zor çünkü komşuları İran, Irak, Suriye, Ermenistan, Gürcistan gibi ülkeler ve bunların hayvan sağlığı hizmetleri bizden de kötü. Düne kadar Güneydoğu sınırımızdan kimin girip kimin çıktığı belli değildi. Sınırları kontrol edemediğimiz sürece mücadele etmemiz de zorlaşıyor. Bu düzenlenmezse yarın öbür gün sığır vebası ile de karşılaşabiliriz. Bu hastalık da insanlara zarar vermiyor ama tüm hayvan varlığımızı kaybedebiliriz. Sonra bizdeki tesisler Avrupa'daki gibi entegre değil. Türkiye'de hâlâ ev ve köy hayvancılığı yapılıyor. Yani hayvanlar bütün gün merada birlikte otluyor, akşam kendi ağıllarına dağılıyorlar. Birinde hastalığın ortaya çıkması hepsine yayılması anlamına gelir. Acil önlemler almazsak krizde olan hayvancılığımız tamamen bitebilir. 1995 yılındaki et ve süt kaybımız 25 trilyon lira idi. Kurban bayramındaki kaybımız ise sadece üç gün içerisinde 80 trilyon oldu.
BUKET AŞÇI