Kadınları anlamak...
Kadınlar ne ister? kadınlar da, erkekler de mutlu olmak ister... O soru var ya... "Kadınlar ne ister?" sorusu...
Ölümüne yakın Freud'un bile kafasını çok meşgul etmesine karşın içinden çıkamadığını itiraf ettiği soru...
Bana kalırsa öyle sanıldığı kadar müthiş, sanıldığı kadar merak uyandırıcı bir soru değildir.
"Kadınlar ne istediklerini biliyorlar mı ki, biz bilelim" deyip geçiştirir erkekler çoğu kez.
Oysa...
İnsan mutlu olmak ister; tatmin olmak ister; durmadan "verdiğini" düşündüğü bir dünyadan bir parça da "almak" ister. Sevgi ister; sevmek ve sevilmek ister...
Şu soğuk dünyada "ısıtılmak" ister...
Ama nasıl?
Hah, işte!..
Asıl soru kadınların ne istediği değil, nasıl istediğidir...
Nasıl mutlu olur kadınlar?..
Nasıl sevildiklerine inanır, sevdiklerine nasıl karar verirler?
Erkekler burada şapa oturur...
Kadınlarla erkekler arasındaki "uçurum"un uğultusu bu noktada işitilmeye başlar.
"Nasıl" sorusuna doğru yanıt bulmakta zorlanır erkek.
Sonra herkes kendi yoluna gitmeye başlar; bazen ilişki sürer ama yollar ayrılmıştır; kadın kendi yolunda, erkek kendi yolundadır...
Bu yüzden "Kadınları anlamaya çalışmayın. Onlar anlaşılmak için değil, sevilmek için yaratılmışlardır" vecizesine çok güvenmemek gerekir. (Hıncal'ın kulakları çınlasın mı?)
"Ben anlamam, severim" tavrı güzel ilişkilerin güzel başlangıçlarında erkeklerin işine yarayabilir.
Fakat her ilişkinin, dile getirilsin getirilmesin, "Beni hiiiiç anlamadın"la sona erdiğini bilmez miyiz!..
***
"Kadınlar Ne İster?"
Nancy Meyers'in şimdi bizim sinemalarımızda da oynayan filminin özgün adı da tam bu...
Başrollerde, yaşını başını hafif "köfteleşerek" alan; yakışıklılığını sempatiklikle değiş tokuş etmenin kıyısına gelmiş Mel Gibson'la, modern kariyer kadınının "zorla güzelleşme" trendini iyi temsil eden Helen Hunt var.
Film baştan çıkarıcı trükleriyle ve klişeleriyle tam Hollywood klasiği. Fakat hoş ayrıntılar, sıkı eğlenceli bölümler var. Bu yanıyla da gerçekten seyredilmeye değer...
Mel Gibson'ın canlandırdığı Nick kadınlara düşkün, ayartıcı; bir kız babası dul bir orta yaş erkeği. Reklam sektöründe çalışıyor; ama kendini geliştirmeyi filan umursamıyor. Varsa yoksa kadınlar!
Ancak hem işyerinde, hem de her sabah kahve içmeye uğradığı cafe'de kadınlarla arasında iyi gitmeyen bir şeylerin varolduğunun biz (seyirci olarak) farkındayız. Nick farkında mı, onu pek çıkaramıyoruz!
Şirkete ünlü bir kadın "yaratıcı yönetmen" transfer olunca durum değişiyor. Oysa kadın ürünlerini iyi pazarlamak için kadınlar gibi düşünebilmek, tasarlamak gerekiyor. Nick "sevmekte" iyi de, anlamakta zorlanıyor.
Sonunda kariyerinin tehlikede olduğunu düşünüyor ve karar veriyor: Artık bu kadınları anlamalı...
Dikkatinizi çekerim; Nick kadınları elde etmek için değil, kariyerini kurtarmak için yeni bir yol seçiyor. (Zampara erkek saflığının bu kadar dürüstçe dile getirildiği az film vardır!)
Ve talih yardım ediyor. Bir gece olmadık bir kaza geliyor başına Nick'in ve o saatten sonra kadınların içlerinden geçirdiklerini, düşüncelerini okumaya başlıyor...
Filmin bütün esprisi bu "numara" üzerine kurulmuş!
Haydi bakalım, bir soru daha: Kadınların düşüncelerini okumak onları anlamaya yeter mi?
Kalori hesaplarını, adet takvimlerini, akıllarının o sırada asıl nerede bulunduğunu öğrenebilirsiniz. Nerelerine dokunulmasını, neleri söylemenizi, neleri yapmanızı istediklerini de...
Bu iyi sevişmeye veya mükemmel bir dostluğa, verimli bir işbirliğine yeter de artar bile belki...
Ama anlamaya yeter mi?
Orası kuşkulu...
Sözcüklerin ötesinde kocaman bir dünya var.
İki tip, iki oyuncu
Bilmem siz de öyle yapar mısınız? Can sıkıntısından patlatan bir filmde bile bazen perdeye iki dakikalığına da olsa, öyle bir karakter çıkar ki, "iyi ki seyretmişim" derim.
"Kadınlar Ne İster / What Women Want" filminde iki kadın tipi: Lola ve Erin..
Lola ve Erin'in perdede göründükleri süre az ama filme taşıdıkları ağırlık, kimi zaman Mel Gibson'ın Nick karakterinden bile daha fazla. Onlarla bir film içinde karşılaşmak ne güzel!
Lola'yı Marisa Tomei oynuyor. Tomei cin gibi bir oyuncu... Arıza Lola karakterinde, hele o Nick'i evinin önünde beklediği sahnede harika!
Erin ise (Judy Green canlandırıyor) filmi insansız(!) bir öykü olmaktan kurtarmış. (Ne çok Erin var aramızda ve ne kadar az farkındayız onların!) Green'in geri çekilen, kendi içine kapanan gülümseyişi ve zeki gözleri salondan çıktıktan sonra da zihnimdeki varlığını sürdürdü.
AYNA
Kırmızı gül, kırmızı gül olmak istediği için bencil değildir. Bahçedeki öteki çiçeklerin de kendi gibi kırmızı gül olmasını isteseydi, işte bu korkunç bir bencillik olurdu.
OSCAR WILDE