Ülke birbirini tetikleyen, her biri son derece derin ekonomik ve siyasi krizlerle kavruluyor. Öylesine ki, krizler ulaştığı boyutlarla bir "mahkumiyet" çemberi kurdu; bir girdap gibi iktidarı, muhalefeti, askeri, istisnasız herkesi içine çekmeye başladı.
Buna rağmen bugün krizlerin değerlendirilmesi, bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.Krizler ya sadece hükümetin beceriksizliğine ya da salt yolsuzluk meselesine indirgeniyor; "Sezer-Ecevit, siyaset-yolsuzluk gibi gerilimler"le açıklanıyor.
Oysa bunların hepsi sistem açısından "konjonktürel çatışmalar"ı ifade etmektedir. "Derindeki çatışma"nın görünümü ise farklıdır.
Bu görünümü okumak için elimizde "beş anahtar" var:
1-Bugün ülkedeki ana siyasi şemsiye "askeri vesayet hali"nin düzenli genişlemesi üzerine kurulu bir "otoriterleşme şemsiyesi"dir. Muhalefeti devre dışı bırakarak "siyasetin eylem alanını daraltan", siyasi konuları devletleştirerek "siyasetin varlık sahasını asgariye" indiren bu şemsiye, iki ciddi sonuca yol açmıştır. Bir yandan hem siyasetin toplumla, hem toplumun siyasetle bağları kopmuş, diğer yandan iç siyaset tıkanmış, ülkedeki siyasi alan siyasi partilerin dar pazarlıklarına ve devlet nemalarını daha çok kullanmalarına endeksli hale gelmiştir.
2-Otoriterleşmeden kaynaklanan, "hükümetlerin icra memuru konumuna indirgendikleri" yönetim krizi, yürütme organının kendisine biçilen bu görevi yapamaz hale gelmesiyle "kaos" üretmeye başlamıştır. Bu kaos, askerin müdahaleleri, bürokrasi ve yargının kontrolsuz çıkışları gibi "fiili durumlar"ı besleyerek, iç çatışmaları harekete geçirmiştir. Ve her iç çatışma mevcut aktörlerin biraz daha pasifleşmesine yol açmıştır.
3-Bu çerçevede ortada, "aktörleşebilen", değişimi taşımaya aday "toplumsal ve siyasi güç" kalmamıştır. Sezer de dahil olmak üzere tüm siyasi aktörler, "bağımlı değişken"ler haline gelmiştir. Bu durum Sezer'in "hakem eşinden siyaset eşiğine" geçmesiyle daha da hızlanmıştır. Nitekim son günlerde yaşanan siyasi kavga "siyasetsizliğe mahkum edilmiş aktörler"in anlamı sınırlı çatışmasından başka bir şey değildir. Bu çatışmanın en önemli tarafı, "siyasetsizlik ortamı"nı yeniden üretmesidir.
4-Son gelişmeler sonucu siyasi aktörler kadar siyasi bakışlar ve hareketlenmeler de "bağımlı değişken" durumuna düşmüştür. Bu çerçevede atılan her adım, amacı ne olursa olsun otoriterleşmenin derinleşmesini beraberinde getirmektedir. Örneğin siyasetin kilitlenmesi, ekonomik kriz, yolsuzluklar, ne denli "depolitizasyon"u yani "siyasete karşı ve devlete endeksli bir siyasi algıyı" teşvik ediyorsa, bunlara yönelik siyasi tepkiler de o denli "depolitizasyon"u tahrik etmektedir. Nitekim hükümeti savunan duruşlar ile hükümete ve yolsuzluğa karşı duran ama kendilerine rağmen "siyasete güvensizliği siyasileştiren" tepkilerin ortak adresi de aynıdır: Depolitizasyon. Ve sonuç da ortadadır: Otoriterleşmenin zemininin sağlamlaşması...
5-Fiili gelişmeler de bu tabloyu açık olarak desteklemektedir. Özellikle Jandarma-DGM ilişkisiyle, DGM'lere biçilen yeni işlev, Jandarma'nın iç güvenlik teşkilatını ikame edecek adımlar atması, örneğin İçişleri Bakanlığı bünyesinde Jandarma ve Emniyet'i biraraya getirecek ve başında bir generalin bulunması beklenen "Güvenlik Koordinasyon Merkezi" girişimleri, kent istihbaratına Jandarma'nın girmesi, kısacası bilinen tüm yolsuzluk dosyalarının asker tarafından takip edilmesi, takip edildiği oranda yargıdan Emniyet'e kadar bir fiili askerileşmenin yaşanması...
Bu "beş anahtar"ın işaret ettiği gerçek açıktır: Yaşanan çatışmalar "ağır gerçekler"e oranla bir ölçüde sanaldır, kilitlenme artmakta, ekonomiden siyasete, çözüm umutları azalmakta ve otoriterleşme tehlikeli yolda ilerlemektedir.
Peki bunların anlamı nedir, ne yapılabilir? Analizin ikinci kısmı yarına...