kapat

01.03.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Kurban Bayramı
HAŞMET BABAOĞLU(hbabaoglu@sabah.com.tr )


Bilgi yarışmalarının aynasında

Avrupa televizyonlarındaki bilgi yarışmalarında; hele sabah saatlerinde ekrana gelenlerde, yarışmacılar dikkatimi çeker: Yüzlerinde; kılık kıyafetlerinde, davranışlarında ilköğrenimlerinden başlayarak "sınıfın ineği" olduklarına dair işaretler taşırlar.

Sanki yıllar boyu böyle sınıflandırılmaya katlanmanın acısını çıkarmak üzere o stüdyoya gelmiş gibidirler...

"İnek"lerin yanında bir de iflah olmaz "uzman" yarışmacılar vardır; birkaç konuya takıp öğrenilebilecek her şeyi öğrenmeye çalışanlar...

Öğrenmeyi amaç değil araç yapmış tiplerdir bunlar!

Erkek "uzmanlar" asla kumaş ceket giymezler; ya fitilli kadife ya da tweed cekettir tercihleri...

Kadın "uzmanlar" ise abiye bir tercih yaptıklarını düşünerek eflatun, mor gibi renkler taşıyan fakat çizgileri alçakgönüllü elbiselerle gelirler.

Katılanları beğenirsiniz beğenmezsiniz, ama bir bilgi yarışmasına katılmak "medeni cesaret" işi değil, bilgisine güvenme işidir oralarda.

Bizde de eskiden böyleydi; Türkiye değişti, bilgi yarışmaları da değişti...

Bizim yarışmacılar "ah, heyecanlarını bir yenseler" hiç sorun çıkarmayacak kolay sorularla test edilip bilince "Oh, yine yırttık!" görüntüsü sergilerken; onlar, doğru yanıt verdiklerinde zor bir işin altından kalkmış olmanın gururunu taşırlar yüzlerinde...

"Solunumun akciğerle mi, karaciğerle mi yapıldığına bir türlü karar verememiş biri bilgi yarışmasına çıkar mı?" diye herkes bizimkilere kızıyor.

Çevremde bazen "böyle olacaksa kaldırılsın bilgi yarışmaları" diyenler bile çıkıyor bazen. Basında "acilen yasaklanmalı" diyen köşe yazarları oldu.

Oysa bilgi yarışmaları nasılsa, öyle sürmeli!

Sürmeli ki... Bu yarışmaların aynasında kültürel "gövdemizi" çırılçıplak görme fırsatını kaçırmayalım!

Durmadan pohpohluyoruz ya kendimizi; belki bu yolla, gerçeğe saygı adına iki dakika olsun, susarız belki!

Nasıl mı?
"Dost ve kardeş" Pakistan'ın başkentini bilip bilmemeyi umursamayan yarışmacının, biraz önce nasıl milliyetçi olduğunu anlatışına dikkat ederek...

Kanada'yı Güney Amerika'da sanan yarışmacının daha önceki sorularda nasıl kendisine birinci sınıf bilgiç havası verdiğine dikkat ederek...

Nobel'in yazarlara değil kitaplara verildiğini düşünen yarışmacının "yanlış" denilince nasıl haksızlığa uğramış ifadesi takındığına dikkat ederek...

Bir de öteki yanı var bu aynanın...

Bu yarışmalar aslında para yarışmaları...

Bizim "medeni cesaret"imiz para için her şeyi göze alıp kamu karşısına çıkmaya dayanıyor.

Kim gerçekten bozuk çalabilir bu girişimci ruha?

"Risk almayı" bu kadar yücelten popüler kültür pompalayıcıları şimdi "rezil olma" riskini hafifseyenlere nasıl kızabilir?

Parayı tartışmaktan, paranın hayatımızdaki kahrolasıca yerini anlamaya çalışmaktan kaçıyoruz. Sonra da gerçekle yüzleşince bozuluyoruz.

Neden?

Olur mu, böyle şey!

ALTYAZI
S. Goodsped: Nasıl beceriyorsun bütün bunları?

John Mason: Ben en iyi yerde eğitim gördüm; İngiliz İstihbarat Servisi'nde... Ama geriye bakıyorum da, öyle olmasaydı ya şair olurdum ya da çiftçi!

S. Goodsped: Anladım!

(Michael Bay'in yönettiği 1996 yapımı The Rock filminden bir diyalog)

Mektuplarına sahip çıkmak
Attilâ İlhan, yıllar boyunca yazar çizer kesiminden dostlarının, tanıdıklarının kendisine gönderdiği mektupları kitap yapınca polemik konusu oldu: özel mektupları haber vermeden, izin istemeden yayımlaması doğru mu, değil mi?

Ben buraya girmeyeceğim.

Benim aklımın takıldığı nokta başka yerde.

Buket Uzuner gibi birkaç mektup sahibi bozuldular. "O zaman öyle şeyler söylemiştim; ama şimdi bunlar benim için önemli değil, ne gereği var yayımlanmasının?" türünden itirazlar yükseldi.

Ben Attilâ İlhan'ın yanıtında bir noktaya ve bu yanıtı alkışlayanlara takıldım.

İlhan diyor ki; "Kendimi hayatım boyunca tutarlı bir insan olarak gördüm; kırk beş yıl önce yazdığım mektubu yayımlasalar yine arkasında dururum. Çünkü ben o fikirlerimin hiçbirinden vazgeçmiş değilim."

Güzel!
Attilâ İlhan fikirlerinden hiç vazgeçmemiş olabilir; isteyen bunun için onu alkışlayabilir.

Ancak merak ediyorum: Birisini fikirlerini değiştirdiği, yenilediği için alkışladığımızda ille de sahtekârlık mı yapıyoruz, ille de tutarsızlığı mı alkışlıyoruz?

Asıl marifet ve doğru olan; kırk beş; on beş veya beş yıl sonra mektubun içindekilere sahip çıkmak yerine, mektuba sahip çıkmaktır...

"Fikirlerin arkasında durmak" kadar önemlidir, mektubun arkasında durmak! Mektup bizim mektubumuz olduğu için doğru ve tutarlıdır bu davranış.

Ah, bir anlasak; bugün de o günkü gibi düşünmekten daha önemli bir şey var; o gün de, bugün de DÜŞÜNÜYOR olmak!..

(İzin alıp almama konusu ayrı tabii!)

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır