Önce krizin adını koyalım.. Adını doğru koyalım ki sonuca varalım.. Bu kriz siyasidir..1982 Anayasası'ndan kaynaklanmaktadır.. Çünkü bu Anayasa rejimin adını doğru dürüst koymamıştır..
Türkiye parlamenter rejimle mi yönetiliyor?.
Yoksa, yarı başkanlık sistemiyle mi?
İcranın başı Cumhurbaşkanı mı, Başbakan mı belli değildir.. İşte krizin mihenk noktası da budur..
Cumhurbaşkanı sorumsuzdur ama neredeyse 'seçilmiş bir başkan' gibi olağanüstü yetkilere sahiptir.. İşte yanlışlık buradadır..
Anayasa'nın 104. maddesine göre istediği zaman Bakanlar Kurulu'nu toplantıya çağırabilir.. Bu haliyle baktığınızda yürütmenin başı gibi görünür.. Ama öyle değildir.. Çünkü, icranın başı olması için yürütmenin taşıdığı sorumluluğa da yüklendiği rikslere de ortak olması gerekir..
İcranın başı olması için hesap vereceği anayasal platformun kurulması gerekir..
Bu platform Başbakan için vardır.. Meclis vardır, Yüce Divan vardır.. Ama Cumhurbaşkanı için yoktur..
Bu nedenle, Anayasa Cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır demiyor..
Ama aynı Anayasa yürütmenin başı değildir de demiyor..
Ne diyor.. Biraz ondan, biraz ondan.. Aslında birşey demiyor..
İşte krizin kaynağı budur.. Bu rejim, bu tepki anayasası kriz üretmektedir..
Çünkü bu Anayasa parlamenter rejime tepki olarak yapıldı.. Güç sadece hükümette toplanmasın diye yapıldı.. Dünyada örneği olmadığı için de ortaya Anayasa acubesi çıktı..Kriz üretim merkezi çıktı...
Şimdi bazıları 20 yıldır üretmedi de şimdi mi kriz üretti diye karşı çıkacak..
Olabilir.. Ama bu, Anayasa'nın yanlışlar manzumesi olmadığını göstermez ki.. Dün yaşanmadı, bugün yaşanıyor.. Haydi gelin de yürürlükteki anayasa ile işin işinden çıkın..
İki taraf da geri adım atmıyor.. Ne olacak?
Sezer 'yürütmenin başı benim' diyor..
Ecevit 'hayır, sorumluluk bende, icranın başı benim' diyor.
Sezer seçildiği günden beri Türkiye aslında bunu tartışıyor..
Bilerek tartışıyor, bilmeden tartışıyor.. Dikkat edin.. Başbakan'la Cumhurbaşkanı arasında yaşanan tüm krizlerin kaynağında 'icranın başının kim olduğu tartışması' var..
Cumhurbaşkanı Sezer, 22 Ağustos günü KHK'ları hükümete ikinci kez geri gönderirken yazdığı 8 sayfalık gerekçede tavrını ortaya koydu..
"Anayasa'nın 8 ve 104 . maddeleri bana bu yetkiyi tanıyor" dedi.
Seçildiği günden beri de böyle davranıyor.. Böyle davranınca da her icraatta kriz çıkıyor.. Başbakan'la, Cumhurbaşkanı hep karşı karşıya geliyor..
Bu kez dozu kaçtı.. Üslup sertleşti.. Bedeli de çok ama çok pahalı oldu..
Artık belli.. Bu anayasa ile, bu ikili sistem ile; bu karmaşık, ne olduğu belli olmayan rejim ile gemi yürümüyor..
Bir kaptan seçmek zorundayız..
Ya Başbakan..Ya Cumhurbaşkanı.. Rejimin adını koymalıyız..
Türkiye'yi kim yönetiyor? Karar verelim..
Sorumlu Başbakan mı, sorumsuz Cumhurbaşkanı mı?.. Kim?
Kim sorusuna yanıt bulamazsak daha çok kriz yaşarız..
Daha çok fatura öderiz...