HADEP Silopi İlçe yöneticisi Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz'in Silopi Jandarma Komutanlığı'nın kapısının ardında sırra kadem basmalarının üstünden 20 gün geçti.
Ne ölüleri var ortada, ne dirileri... Ve ne de olayı aydınlatmaya yönelik en ufak bir açıklama.
Ne savcılığın yürüttüğü soruşturmada ortaya çıkanlar hakkında birşey biliyoruz, ne de Sayın Tantan'ın başlattığı idari soruşturma hakkında...
Olayın kilit ismi, Silopi Jandarma Komutanı.
Ama o yirmi gündür susuyor, hiçbir açıklama yapmıyor. Diyarbakır Barosu'ndan avukatlar Kaymakam'a, savcıya soruyorlar: "Jandarma bu insanları niye çağırdı; niye önce almadığını söyledi de altı gün sonra aldığını kabul etti; sorgulama için aldıysa neden yarım saat sonra bıraktı; yarım saatte ne sorgulaması yapıldı?" diyorlar. Kaymakam ve savcı bu sorulara cevap veremiyor, "Gidin bunları komutana sorun" diyor. Ama Jandarma Komutanı görüşmeyi kabul etmiyor.
Devletin kimi yetkilileri, kaybolanların devletin muhbirleri olduğu öne sürülürse, konunun kapanacağını sanıyorlar anlaşılan. Daha önceki birçok faili meçhulün üstünü kapatmak için ileri sürülen "iç hesaplaşma" iddiasının bu defa da işe yarayacağı umuluyor belki.
Güvenlik güçlerinin ve yargının, ister devlet muhbiri olsun, ister HADEP yöneticisi, ortada kaybolmuş iki insan varsa; bu insanların başlarına geleni aydınlatmakla yükümlü olduğu unutturulmaya çalışılıyor.
Yazıya oturmadan önce, HADEP'i arayıp Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz'le ilgili yeni bir haber olup olmadığını öğreneyim dedim.
Bana yeni bir olay anlattılar. Anlatılanları dinlerken Güneydoğu'daki kara deliğin büyüklüğü ve derinliği karşısında bir kez daha ürperdim. O bölgede yaşamanın ve siyaset yapmanın nasıl "kelle koltukta" bir iş olduğunu bir kez daha anladım.
Olayı aynen aktarıyorum:
Bundan birkaç gün önce, HADEP'in Van Gevaş İlçe Başkanı'na bir telefon geliyor. Telefondaki ses, Jandarma Komando Bölüğü'nden aradığını söyledikten sonra, ilçe başkanını bir görüşme için Komando Bölüğü'ne çağırıyor.
İlçe Başkanı, Silopi yöneticilerinin başına gelenlerden dolayı endişeli. Gerçekten de Komando Bölüğü'nden aranıp aranmadığı kontrol etmek için tekrar bölüğe telefon ediyor. "Doğrudur, biz çağırdık" diyorlar. Ama o yine de Komando Bölüğü yerine Kaymakamlık'a gitmeyi tercih ediyor. Durumu anlattığında Kaymakam'ın söyledikleri ibret verici: "Sakın, yazılı bir çağrı gelmediği sürece hiçbir yere gitmeyin."
İlçe Başkanı, bu uyarı üzerine, Komando Bölüğü yerine İlçe Jandarma Komutanlığı'na başvuruyor. İlçe Jandarma Komutanlığından "Hayır, biz sizi çağırmadık" cevabı alıyor. Jandarma Komando Bölüğü'nden de bir daha ses çıkmıyor.
Görüldüğü gibi, Güneydoğu'da hava gittikçe kararıyor. Halk yağmur bekliyor. Üstlerine çöken karanlık bulutları dağıtacak, toprağı yıkayacak, havadaki sıkıntıyı hafifletecek, her yeri yıkayıp paklayacak şakır şakır bir yağmur...
Ama yağmur yağmıyor bir türlü. Tanış ve Deniz'in kaybının üstünden 20 gün geçtiği halde, olayla ilgili en küçük bir ipucu, doyurucu hiçbir açıklama yok. Yapılan her açıklama, güvensizliği körüklemekten başka bir şeye yaramıyor. Aydınlanmayan her cinayet, kayıplara karışan her yeni insanla birlikte karanlık yoğunlaşıp göz gözü görmez hale geliyor.
Ve işte geldiğimiz noktada, devletin ilçedeki en üst düzey temsilcisi, o ilçede faaliyet gösteren bir partinin yöneticisine, "Sakın, yazılı çağrı olmadan hiçbir yere gitmeyin" demek zorunda kalıyor.
Havanın ne kadar puslu olduğunu bundan daha iyi ortaya koyan bir cümle bulunabilir mi?