Antik Yunan kökenli bir tıbbi deyim olan "metastaz"ı Türk Dil Kurumu Sözlüğü, şöyle tarif ediyor:
"ORGANİZMANIN herhangi bir noktasında bulunan hastalık olayının, organizmanın başka bir yerine sıçraması..."
Bu duruma daha çok, "kanser hücrelerinin kan ve lenf dolaşımlarıyla iç organlara yayılması" şeklinde rastlanıyor. Hastalık "metastaz" yapıp birincil odağın çok uzağında, hiç beklenmedik bölgelerde öldürücü şiddette ortaya çıkabiliyor.
TATSIZ bahsi şundan açtık: İstanbul'daki bir takım yozlaşmalar, "metastaz"a benziyor. Örneğin değerli İstanbul tutkunu ve bilgini Çelik Gülersoy'un çağdaş sosyo-kültürel düzeye taşımak için çırpındığı Büyükada'da silahlar konuşabiliyor, insanlar öldürülebiliyor. Gülersoy, Büyükada'yı İstanbul'un "doğa ve kültür pantheonu"na dönüştürebilmek için cansiperane çabalayadursun, birileri kendi "racon"larını da beraber getirip Ada'ya pençe atıyor. Bir de bakıyorsunuz, Çelik Bey'in Ada'ya sevdirdiği senfonik müzik ezgilerine silah patırtıları karışmış. Şiddet ve dehşet el ele vermiş; çağdaşlığı, düzeyi, mimozaların şiirselliğini, romantizmi silip süpürmüş. O an için Büyükada'nın bir Şırnak mezrasından farkı kalmamış.
BU olguya İstanbul'da her gün,her saat, her dakika bir yerlerde rastlıyoruz. "Çağdaş dünya kenti" kavramının kenarından geçmemesi gereken "dağ kanunu ilkellikleri" İstanbul'un çapını düşürüyor.
HASTA bünyenin şurası burası habire "metastaz" yapıyor.