Toplum üşütüyorsa...
Dün bıraktığım yerden devam ediyorum. Ne demiştim?
Günümüz Türkiye'sinde cemaatlerin çekiciliğini ve son on yılda neden bu kadar etkili biçimde yayıldıklarını anlamak için "oy avcısı siyasetçiler" türünden kolaycı tezlere sığınmak yerine başka bir yere... tam karşı kıyıya bakmak gerekiyor...
Cemaatleri anlamak için cemiyeti anlamalıyız..
Yani bugünkü Türkiye toplumunu; bu toplumun; bireylerini ezen, ezdiren, yalnız bırakan yanlarını anlamalıyız.
Kentli olmak ortalıkta "sap" gibi kalmak anlamına geliyorsa...
Modern bir birey olmak resmi ve gayri resmi otoriteler karşısında bir nevi "kimsesiz" kalmak gibi görünüyorsa...
Bir sokak, sokağı; bir mahalle, mahalleyi güzelleşirmek için bile el ele veremiyorsa... "Çekirdek aile" bir türlü çekirdekten çıkamıyorsa...
***
Taşradan üniversite okumaya gelmiş bir genç tanıyordum. Önce gözleri kamaşmıştı. Hem ders çalışıp hem de kendince hayatın kentli tatlarını çıkarmanın yollarını aradı. Az çok becerdi de...
Üniversite'nin üçüncü yılından başlayarak hastalıklarla boğuşmak zorunda kaldı.
Sonra ev, bark, kira, ev sahibi sorunları... Sonra sevdiği kızın ailesi, filan falan... Sonra iş bulma, üç beş kuruş kazanma, evlilik.
Bir gün "abi" demişti; "23 yaşındayım, ama çok yoruldum!" Nasıl baktıysam gözlerine...
"Yanlış anlama!" dedi; "Hep bana kimsesizmişim gibi davranılmasından; işlerimi hep kavga dövüş içinde halletmekten yoruldum." Ben susup kalmışken o devam etti: "Bizim oralarda, hiç değilse herkes bilirdi ki, benim bir ailem var! Bir şey olsa arayıp sorar!.. Siz farkında değilsiniz abi ama, bu kentlerde çok yalnızsınız be!"
Yok canım, diyemedim.
Haklıydı!
Lafta modern bir toplumun bireyi olmaya katlanmak için herkes kendine göre bir "sarhoşluğun" yolunu arıyor, ancak öyle işin içinden çıkabiliyordu...
Eğriye eğri, doğruya doğruydu.
O gençle çok sonra bir cemaatin düzenlediği panelde karşılaştım.
Panel düzenleme komitesinde görevliydi.
Yüzü hiç görmediğim kadar ferahtı.
Çok soğuk bir havada kendine kalın bir palto bulup dışarı çıkmış insanların ifadesi vardı yüzünde... Hiç şaşırmadım! Toplum üşütüyorsa, cemaat ısıtıyordu...
***
Elbette basitleştiriyorum!
Elbette siyasal-sosyolojik tahlillerle iyice irdelenmesi gereken yanları var toplumu sarmalayan holding-cemaatlerin...
Ama cemaatlerin nasıl "çektiğini" anlamaya çalışırken, "cemiyet"in nasıl "ittiği" konusuna kör kalacaksak... Yazık!
Yine ve sadece siyaseten bir arpa boyu yol alırız. O kadar!..
AYNA
Halk bazen bir hazinedir, bazen bir serap.
A. H. TANPINAR OKURKEN
Rusya'dan "Paşa çayı"
"Bu dünyada üç şeyden yakınılsa yeridir:
En iyi gençlerin yanlış eğitim yüzünden mahvedilmesi
En iyi resimlerin kötü bakışlarla lekelenmesi
Ve en iyi çayın, yanlış yöntemler yüzünden ziyan edilmesi..."
Bu bir şiir... Eski bir Çinli şairin dizeleri bunlar... Bu da bir kitap: "Çayın Kültür Tarihi." Adı böyle kitabın. Yazarı Stephan Reimertz. Dost Kitabevi Yayınları'ndan çıktı Türkçesi.
Hani, Mustafa Denizli'nin şehir takımını bir süre çalıştırdığı Aachen'de doğmuş bir araştırmacı Reimertz. Paris'te yaşıyor.
Kitabın girişinde "eğer havasındaysa günde üç çaydanlık çay içtiği" yazılmış. Reimertz kitabı "bilgiyle birlikte keyfi de artırmak için yazdığını" belirtiyor. Gerçekten ben çok keyif aldım.
Hâlâ, kendime bir bardak çay koyar gibi ara sıra kitabı elime alıp karıştırıyor, bir sayfasını seçip okumaktan çok hoşlanıyorum.
Bir de şu bizim "paşa çayı" var ya, Reimertz'ın yazdığına göre 19. yüzyıl'da Rusya'da da "Offizerskiy çay" yani "subay çayı" adı verilen bir çay pişirme türü var. Açık mı, koyu mu, o konuda bir bilgi yok. Ama bizim "Paşa çayı"nın Rus kökenli olduğunu düşünebiliyor musunuz?..