Her şeye rağmen olumlu bir haftaydı...
Günlük hengameden kafanızı kaldırıp Türkiye'ye biraz daha dikkatli baktığınızda neler olup bittiğini de daha net görüyorsunuz.
Bence bugün yaşamanın özeti şu:
Küreselleşme, Türkiye'yi beleşçilikten ve keyfilikten arındırıyor.
Bugüne kadar, devletçi ekonomik yapı, yeryüzü standartlarında üretmeyene de siyasi nedenlerle para dağıtıyordu. Enflasyonun temel nedeni buydu. Dünya piyasalarında kazanılmayacak para, burada siyasal nüfus kullanılarak kazanılıyordu. Bu, devlet bankaları soyanlar için de geçerliydi, hazine arsasını yağmalayanlar için de, kaçak elektrik kullananlar için de...
Keyfilik ise hukuk tanımazlık olarak ortaya çıkıyordu. Pazusu güçlü olan sanki hukuktan muaftı. Yönetenlerin, hukuk ilkelerine göre hareket etmediği, yasaların sadece güçsüzlere uygulandığı bir ülke görünümü her an karşımıza çıkıyordu.
Hukukun üstünlüğünü toplumsal çürümeye karşı en etkin önlem kabul eden gelişmiş ülkelerde hapishanelere girecek olanlar buralarda "el bebek gül bebek" geziyor, ona karşın yazarlar, şairler, düşünürler hapislerde ömür tüketiyordu.
Beleşçiliğin bitmesi, geçici bir süre ekonomik sıkıntıyı artırsa da, orta vadede büyük bir toplumsal sağlık getirir. Aynen hukukun tavizsiz uygulanması halinde, güçlülerin homurdanması ve ortalığı sallamaya kalkmalarının getireceği geçici huzursuzluğa rağmen sonucun ülke için sağlıklı olması gibi... Ancak beleşçilik ve hukuksuzluk biterse, Türkiye ayaklarının üstüne kalkar. Yoksa, çöktüğü yerde tükenir kalır.
UMUT, UMUT, UMUT
Beleşçilik ve hukuksuzluk anlayışının genel çerçevesini oluşturduğu bir yapının yavaş yavaş ufalanması açısından geçen hafta olumlu sayılabilir.
Gerçi Şırnak Jandarma Komutanı'nın tehdit ettiği iki Hadep'li hâlâ kayıp, Diyarbakır'da polis tüm yasaları yok sayarak kapalı dükkân kilitlerini pervasızca kırabiliyor. Uyuşturucu ticaretinden aldıkları payları sürdürmek isteyenler kışkırtma eylemlerini sürdürüyor. Ama bütün bu ürkütücü ve olumsuz gelişmelere rağmen bizi umutlandıran, Susurluk Çetesi'nin hiç olmazsa bir ayağının mahkõm edilmesi.
Ferahlatıcı ama yetersiz bir adım bu. Bunun umut verici yanı ise, Susurluk Çetesi'nin yakalanmasını isteyen bir iradenin hâlâ yaşıyor olması, hatta belli bir oranda da hukukun üstünlüğünü sağlamış bulunmasıydı.
Susurluk Çetesi'nin tamamiyle ortadan kaldırılıp, devletin kendini arıtması için, Hanefi Avcı'nın Meclis'te Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadedeki özlü anlatıma geri dönme mecburiyeti var.
Hanefi Avcı, Susurluk Çetesi'nin çatısının nasıl ve kimler tarafından oluşturulduğunu şöyle anlatmaktaydı:
"...PKK'ya önemli ölçüde maddi yardımda bulunan finans çevreleri ve uyuşturucu kaçakçılarına karşı yasal mücadele yapılamadığı anlayışı ile illegal çalışacak gruplar oluşturulmasına ve illegal mücadele edilmesi düşüncesiyle Emniyet, MİT ve Jandarma içinde böyle grupların oluşturulduğunu ve eylemlerin başlatıldığını, neticede PKK'nın ve diğer örgütlerin destekçisi aktif unsurların susturulduğunu, daha sonra faaliyet gösterilecek zemin kalmayınca resmi görevli ve sivil kişilerin teşekkül ettirilmiş olan grupların kendilerine menfaat temin uğruna mafya türü birtakım yasadışı faaliyetlere giriştiklerini"...
Hanefi Avcı bu şahısları da isimlendirmekteydi. O dönem Kocaeli Jandarma Alay Komutanı olan Veli Küçük'ün "mafyacılarla sıkı bir diyaloğu" olduğunu da, Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Avcı'dan öğreniyorduk.
Ne var ki, henüz Susurluk davası bir üst çembere ulaşmadı. Umudumuz ulaşması...
AŞIRI ÜLKÜCÜLERİN ÇETESİ
Hanefi Avcı, Susurluk Çetesi'nin "özel harpten geçmiş subaylar", "aşırı ülkücüler" ve "mafya" denen insanlardan teşekkül ettirildiğini söylüyor...
Geçen haftanın umut verici bir diğer yanı da, bir "aşırı ülkücülerin" manevi babası olan Alpaslan Türkeş'in hayatının meçhul kalmış yanlarına projektör yakılmasıydı. İnanılmaz meblağların yurtdışı hesaplarda ne işe yaradığı araştırıldıkça, herhalde Ağca'nın hapisten kaçırılmasından Paris'te Ermeni liderleriyle görüşmeye kadar bir çok olayda varlığı görülen bir "ülkücü" portresi ortaya çıkacak. Görünürde "ırkçılık propagandası" yapılırken perde arkasında "neler çevrildiği" herkes tarafından görülecek.
SAYDAM BÜTÇE
Susurluk mahkumiyetleri , Türkeş'in yabancı diyarlardaki gizli serveti, Bahçelievler Katliamı sanıklarının yeniden mahkõm edilmesi, hukuksal yanımızdaki umut verici adımları oluştururken, ekonomi cephesinde de mesafe alındığını gördük.
Bunlar içinde en önemlisi, Türk halkının vergilerinden oluşan devlet bütçesinden yapılan harcamaların kontrol edilmesi için atılan adımlardı.
Biliyorsunuz, Türkiye'de oluşturulan sayısız fon nedeniyle devlet bütçesi saydam değildir. Halk verdiği paranın devlet tarafından nereye harcandığını kontrol edemez. Sayıştay bunu son yayınladığı raporda bir çığlık olarak yeniden tekrarlamıştı.
Ankara'nın yıllardır yapmadığını, IMF şimdi zorla yaptırıyor. Fonları teker teker ortadan kaldırıyor. Bu, vergimizin nereye gittiğini rahatça denetlememize yardımcı olacak. Geçen haziranda bir kısım fonlar ortadan kalktı. Şimdi geçen hafta Plan ve Bütçe Komisyonu 25 fonu daha lağvetme kararı aldı. Tasarı yasalaşınca biraz daha şeffaflaşacağız. Ankara'nın yapmadığını dünya yapıyor dediğimiz de bu zaten...
Ekonomik yönden sevinilecek bir ikinci gelişme, elektrik yasa tasarısının görüşülmesi oldu. Bu, elektrik gibi bilgi çağının iki bacağından biri olan bir enerjinin ucuzlayıp yaygınlaşmasının sağlanması yanında, bu sektörün dünya dinamiğine emanet edilmesini sağlayacak. Elektrik bir tekelin emrinde ihtiyarlamayacak. Düşünün ki, İstanbul'a 1934 yılında gelen elektrik Erzurum'a ancak 1985 yılında gitti. Şimdi bu sektör, bürokrasinin keyfine ve Ankara'nın parasına değil, dünyadaki gelişmenin denetimine bırakılıyor.
SAĞLIKLI YAŞAM REÇETESİ
Avrupa'daki "anti-Türk"ler ile Türkiye'deki "anti-Avrupalılar" birbirleriyle fevkalade bir paslaşma içinde olsalar da, Türkiye'nin, beleşçiliği bir yana bırakıp, yeryüzü ölçeğinde üretip hak ettiği zenginliğe ulaşması ve hukuka saygılı insanca bir topluma dönüşmesi için en uygun ve kolay uygulanabilir reçete Avrupa Birliği süreci.
Geçen hafta bu yolda da yeşil ışıklar yandı. Ortaklık Katılım Belgesi, Avrupa Parlamentosu'nda onaylandı. Türkiye'ye parasal yardımların çoğaltılarak başlatılması için önlem alındı. Bütün sabotajlara rağmen Avrupa Birliği tam üyeliği ya da başka bir deyişle "Türkiye için sağlıklı yaşama reçetesi" bir adım daha attı.
Şimdi, Türkiye'deki "anti-Avrupacıların" engellerini aşarak, "Ulusal Rapor"un hayata sokulmasına sıra geldi. Bu da başarılırsa umudun ışıkları biraz daha güçlenecek.
Bu umut verici gelişmeler gürbüzleşince, Silopi'de insanların ortadan kaldırılmadığı, uyuşturucu ticaretinin vatanseverlik olarak yutturulmadığı, acından ölenlerin gün günden artmadığı, yolsuzluğu kader olarak kabul etmeyen bir toplum olmaya başlayacağız.
Şu anda içinde yaşadığımız ve bir açıdan bakınca kapkara gözüken tablo, saydamlık isteyenlere karşı baskıyı artıran saydamlık düşmanlarının çabası sonucu oluşmakta... Ama umut da her an daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmaya hazır bir şekilde yaşıyor. Sanıldığı gibi ölmüş filan değil...
Umut bize, biz umuda adım adım yaklaşıyoruz.