Sevgililer gününde ikilem!.
Çarşamba gecesi, minik bir kriz yaşandı ülkemizde.. Çarşamba 14 şubattı.. Sevgililer günü.. Çarşamba, 14 şubattı.. Galatasaray'ın Avrupa günü.. Futbol günü..
Sevgililer, hangisini tercih edeceklerdi..
Ortak formüller bulundu. İki sevgili beraber maça gittiler, ordan da başbaşa bir geceye..
İki sevgili beraber maçı seyrettiler, televizyonda.. Sonra..
Bulamayanlar da vardı.. Eşlerden biri, genelde kadın olanı maçtan hoşlanmıyordu.. Geceyi maçla öldürmek istemiyordu.. O zaman ne yapılacaktı..
Ortaya çeşitli tablolar çıktı..
Adam aldırış dahi etmeden maça gitti.. Kadın öfke içinde geceyi yalnız geçirdi.
Adam, "Sevgililer gününü başbaşa bir başka gece kutlarız" dedi, sevgilisine minik armağanını verdi, öptü ve maça gitti.. Kadın arkada boynu bükük kaldı.
Kadın "Maça gidersen, beni değil de maçı tercih edersen, aramızda herşey biter" dedi, ya da öyle olacağını fena halde hissettirdi. Adam herşeyi göze aldı gitti.. Ya da kahredip kaldı. Aklı maçta olduğu için gece de berbat oldu.
Listeyi uzatmak mümkün.. Ama gereği yok.. Çünkü bunlar, derece derece olumsuz tablolar..
Bir olumlu tablo biliyorum..
Adam fena halde maç meraklısıydı. Fena halde Galatasaraylıydı.. Galatasaray'ın maçlarını kaçırmıyor, her defasında koşuyordu.. Bu defa da Galatasaray'ın çok önemli, çok kritik bir maçı vardı.. İçi gidiyordu maçı görmek için.. Ama çok da seviyordu..
"Sevgiyi gösteren tercihler değil midir.. Ben bu gece tercihi, sevgim yönünde kullanmazsam, sevdiğimi bir daha ifade edebilir miyim?.. Sevgili, boş zamanları dolduran biri değildir ki.. İki elin kanda olduğu gün, sevgiline vakit ayırıyorsan, onu herşeye tercih ediyorsan, seviyorsun demektir" diye düşündü ve karar verdi.. Maça gitmeyecek, iyi bir restoranda yer ayırtıp, mum ışığında, tabağın bir yanında bir kırmızı gül, öte yanında bir kırmızı şarap kadehi tek elle yemek yiyecekti.. Öbür eli masanın üzerine uzanmış, sevgilisinin elini tuttuğu için..
Bu tablo güzel değil mi?..
Ama daha güzeli var?..
"Sevgilim" diyecekti kadın.. "Maçı ve Galatasaray'ı ne kadar sevdiğini biliyorum.. Böyle bir gecede beni tercih etmenle nasıl mutlu oldum bilemezsin.. Ama ben senin de mutlu olmanı istiyorum.. Sen bu gece maça git.. Biz Sevgililer gecemizi yarın kutlarız.."
***
Sevmek, sevdiklerini mutlu etmektir.. Bunu hiç unutmayın.. Hiç aklınızdan çıkarmayın..
Birşeyi daha yapın.. Sevgiyi kanıtlama adına kimseyi fedakarlığa zorlamayın.. Sevginin derecesini fedakarlıklarla ölçmeye kalkmayın..
Seven bu fedakarlığı yapabilir.. Ama yapılan her fedakarlık o kadar beklenti getirir.. Bilinçaltında bekler, fedakarlık yapan..
Beklentili sevgi, sevginin pazarlıklısı demektir.. Beklentili sevgi, yaralanmış, tükenmeye yol açmış sevgidir.
Sevgi karşılıksız olursa, mükemmeldir, evrenseldir, sonsuzdur..
Sevgi, ille de beraber olmak, ille de paylaşmak değil, insanları kendi mutlulukları için gereğinde özgür bırakmak, hoşgörmek ve anlamaktır da..
Durmadan kanıtlanmaya ihtiyaç gösteren sevgi, sevgi değildir..
Maça gidiyorsa, bu sevmediği anlamına gelmez.. Maçtan size dönüyorsa koşarak.. Döndüğünde "Üşümüşsündür sevgilim.. Bak sana sıcak bir çorba hazırladım" diyen bir sevgili bulacağından emin olarak..
Ne demiştik hani..
"Birini seviyorsan serbest bırak. Geri dönerse senindir.. Dönmezse, zaten hiçbir zaman olmamıştır ki.."
Yanlıştı, yarbayım!.
Bu hafta "Ölüm" yazmaktan bir hal oldum.. Bu arada beni biraz rahatsız eden bir olayı yazmakta da geciktim..
İlk kadın hava şehidimiz Ayfer Gök'ü de geçen hafta sonu toprağa verdik..
Gazetelerde resimlerini görerek okudum. Ailesi bayrağa sarılı tabutun üzerine, Anadolu geleneği, gelinliğinin duvağı ile, genç kızlığı temsil eden bir kırmızı şal koymuş.
Az sonra bir yarbay gelmiş. Şalı ve duvağı almış, aileye teslim etmiş..
Yanlış yapmış.. Bu yanlışı hep yapıyoruz.. Yaşam ve ölümleri ile ne kadar millete mal olurlarsa olsunlar, ölüler artık ailelerine aittir.. Bunu hiç aklımızdan çıkarmayalım.
Ahmet'in (Kışlalı) cenazesini de siyasal şova çevirmek isteyen bazı guruplar, ailenin nerdeyse son görevini yapmasını dahi önleyeceklerdi.
Annesi kızının gelin duvağı ve kırmızı şalla gitmesini istiyorsa, öyle gider. Kimsenin müdahele hakkı yoktur.
Biz mafya babalarına kadar önüne gelenin hem de yasalara aykırı olarak, bayrağa sarılmasını önleyelim, eğer ille de titizleneceksek..
Ceplere beraat!..de
Danimarka'da 400 bin cep telefonu kullanan arasında bir araştırma yapıldı ve sonuçlar, Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Kanser Enstitüsü Dergisinde yayınlandı..
Sonuç.. Cep telefonu kullanımı ile, beyin tümörleri ve kan kanseri arasında bir ilişki bulunamadı.
Araştırmayı yürüten Danimarka Kanser Enstitüsü Başkanı "Çalışmalarımız sadece kanseri kapsıyor. Uzun süreli cep telefonu kullanımının, kulak çınlaması, baş ve migren ağrılarına sebeb olduğu, ya da sinir sistemindeki etkilediği iddiaları araştırılmadı" dedi.
Araştırma 1982'den 1995'e kadar cep telefonunu devamlı kullanan 420 bin 95 kişi arasında yapılmış. Bu gurup içindeki beyin tümörü ya da kan kanserli oranı, ülke nüfusu içindeki genel kanser oranı ile ayni çıkmış. Yani Cep telefonlu gurupta, genel durumun üzerinde bir artış yok..
Darısı öbür araştırmaların başına.. Zira cep telefonları artık insanlara nerdeyse yapıştı. Ayırmak mümkün değil.
Tecelli'den Abuzittin'e mektuplar...
Abuzittinciğim
Çillerin İzmir "uzay kampı"ndaki tv görüntüleri çok hoşuma gitti. Başında kask, havada sallanan dişçi koltuğu gibi bi şeye oturmuştu. Pek keyifliydi. Bu, uzayda nasıl hareket edildiğini gösteren bi simulatörmüş..
"..artık kimse bana uzaya gitmedi diyemez!"
Konu uzay ama bizim gazeteciler maşallah cin.. Hemen soruyu patlattılar:
"Efendim, Süleyman Demirel demiş ki¥"
Oysa, güzel bi raslantı, tam o dakikalarda, gerçek uzayın taa derinliklerinde, 315 milyon kilometre ötede, insan yapımı bi araç, Eros göktaşına inmek üzereydi.
"Efendim Süleyman bey demiş ki..."
".. ben de dedim ki aynı ağacın altında toplanalım dedim."
Yeryüzünden verilen komutlara, uzay aracını, göktaşının üzerine kondurdular kardeşim. TV'ler, (tabii bizimkiler değil) bunu naklen yayınladı. Şimdi beklenen Eros'tan gelecek yeni fotoğraflar: 315 milyon kilometre öteden, el kadar büyüklüğündeki cisimlerin net fotoğrafları. Bir Nasa yetkilisine göre bu "uzaya açılan yeni kapı!" Artık Güneş sisteminin sırlarını çözebileceklerini düşünüyorlar. 67 milyar yıl önce Dünyamıza düşüp, dinazorları yok ettiği söylenen göktaşı muamması da aydınlanabilirmiş.
Yani Abuzittin'ciğim, kısacası, adamlar hayalle meşguller.. Biz gelelim gerçeklere. Hani hükümet ekonomiyi canlandırmak amacıyla, reel sektör temsilcileriyle görüştüydü ya.. Rahşan hanım devreye girmiş:
"Sokaktaki insanların da dertlerini dinlemeliyiz.. İşçi, memur, emekli.."
"Haklısın, dinleyelim" demiş Ecevit. Oran'daki eve çağırmışlar. Sözcü seçilen emekli memur:
"Sayın Başbakanımız, hikaye meşhurdur, bilirsiniz" diyip anlatmış: "Hayvanlar toplanıp Hazreti Davut'a şikayete çıkmışlar. Zürafa boynundan şikayetçiymiş.. Heryere kafamı çarpıyorum demiş. Gergedan, ben çok iriyim, bir yere sığamıyorum demiş. Sıra tavuğa gelmiş. Bunların en dertlisi benim demiş tavuk.. Hergün yumurtlamak zorundayım. Çok sıkıntı çekiyorum.. Ya bu yumurtayı küçültün ya bu deliği büyütün!.f
İşte bizlerin durumu da tavuk misali.. Çok darda ve sıkıntıdayız. Artık gereğini siz bilirsiniz sayın Başbakanımız."
Kısa bi sessizlik olmuş. Rahşan Hanım:
"Yumurtayı küçültebilecek misin?" diye sormuş..
"İmkansız" demiş Ecevit.. "Sen bana matkabı getir"
Ya işte böyle Abuzittinciğim.. Demek ki ekonomik durum gerçekten çok ciddi.
Münasip yerlerinden öperim kardeşim.
Güneş.
SEVDİĞİM LAFLAR
Yıldızlar ateş böceği
sanılmaktan korkmazlar
Tagore (Teşekkürler Gökmen)
BİZİM DUVAR
Soru: Son haftalarda Beşiktaşlılar nasıl maç seyrediyor?
Cevap: Utana SCALA
Hakan&Utku
TEBESSÜM
Adamın biri yeni dükkan açarken arkadaşından çiçek gelmiş.. Üzerinde bir kart, "Derin saygılarımla...!" diye.. O sırada sepeti getiren çiçekçi aramış telefonla "Özür dilerim efendim, size gönderilen çiceğinize yanlış kart takmışız!" "Önemli değil!" demiş adam "Bende iş adamıyım, bu tip yanlışlıklar hep olabilir iş hayatında..! "Ama efendim!" demiş çiçekçi, "Sizin kart da bir cenazeye gitmiş, "Yeni yeriniz hayırlı olsun!" diye.