|
Şairin "Hüsran Filizleri"
Celâl Sılay adı, şiire başladığım yıllarda, yalnız yaşamıyla değil, şiirleriyle de efsane idi. Ortalıkta pek görünmezdi ya da onun mekânı, biz gençlere uzak düşerdi.
Hemen her antolojide, "Serenad" ya da "Haziran Şiiri" yer alır, parasıyla çıkardığı "Doğa", "Karşın" kitapları ya da "Yeni İnsan" dergileri hayatı gibi vitrine çıkmazdı.
Çünkü, Doğan Hızlan'ın da altını çizdiği gibi her zaman kitabını kendi bastırır; yayıncıya, dağıtımcıya, kitapçıya vermeden elden satardı.
Birbirini tutmayan tarihlerle birbirine uymayan bir hayat hikâyesinin belirsizliği "efsane"den başka bir sözcükle nasıl tanımlanabilir ki?
İlhan Selçuk anlatıyor:
"Napolyon Celâl derlerdi ona: Bursa Işıklar Askeri Lisesi'ndeyken (1930'lar) kaputunun yakasındaki kırmızı astarı dışa çevirip köyleri denetlemeye çıkmıştı. Bir kadına yıldırım aşkıyla vurulmuş, bir gecede saçları dökülmüş, ünlü Hollywood yıldızı Yul Bryner gibi dazlaklaşmıştı."
1974 yılında ölümünü hatırlıyorum, yine o "belirsizlik" içinde... Şişli'de idi sanırım, yalnız yaşadığı apartmanda tek başına "veda"sını bırakmıştı, Sanki "Şair bütün yolların son durağıdır" diyerek ruhu baş başa kalmıştı bedeni ile...
Yıllar yılı hayatını ve şiirini "gizli tutmak" istercesine "gizem"ini korumaya çalışan şair, sanki ölümünü de "gizlemek" düşüncesindeydi...
Daha önce unutulmuşluğun labirentinden Ercüment Behzat Lav'ı çıkaran Doğan Hızlan, şimdi de İhsan Yılmaz'ın desteğiyle Celâl Sılay'ın bütün şiirlerini "Hüsran Filizleri" başlığı ve "Yapı Kredi Yayınları" etiketiyle armağan ediyor Türk şiirine...
Altmış yıla sığan yirmiye yakın şiir, beş deneme, bir hikâye kitabı ile dört de dergi... Ve hepsinde de şair kimliğinin öne çıkması...
Hızlan, şöyle çıkarıyor bu kimliğin fotografisini de: "Sılay, cehennem mevsiminin şairidir. Karamsarlığın, yalnızlığın ve belirsizliğin doğurduğu cehennem mevsimidir onun yaşadığı mevsim.
Şiirinde teslimiyet yoktur, her şüphecide olduğu gibi. Onu doktrinler ve akımlar teslim almamıştır."
"Hüsran Filizleri", her katmandan okura haz vermesi yanında, özellikle ben dahil günümüz genç şairlerinin dersler çıkaracağı bir şiirler toplamı...
Ve bir define misali Celâl Sılay'ı yeniden ve bir daha keşfetmenin zamanı...
HAFTANIN KİTABI: NURBANU SULTAN
Venedikli Paros Beyinin kızı Cecilia Venier Baffo, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa tarafından esir alınıp Topkapı Sarayı'na getirildiğinde on iki yaşındadır. Hürrem Sultan'a armağan edildikten sonra "ışık saçan" anlamına "Nurbanu" adı verilen küçük kız, gün gelecek Osmanlı İmparatorluğu'nun Valide Sultanı olacaktır.
Yılmaz Çetiner, "Haremde Bir Venedikli" başlığıyla "Remzi Kitabevi" tarafından yayımlanan belgesel romanında, II. Selim'in eşi ve Sultan III. Murat'ın annesi Nurbanu Sultan'ın ilginç yaşamını anlatıyor. Çetiner, "Ben, işin akademik yönü üzerinde durmadan, tarihi olaylara da sadık kalarak, Nurbanu Sultan'ın yaşadığı dönemleri biraz hayalle süsleyerek roman haline getirdim" diyerek Nurbanu Sultan'ın Safiye Sultan ile karıştırılması gibi tarihi bir yanlışlığın da altını çiziyor. Çünkü "Venedik kaynaklarına göre Cecilia Venier Baffo, III. Murat'ın eşi Safiye değil, annesi Nurbanu Sultan'dır."
"Haremde Bir Venedikli", bu açıdan Nurbanu Sultan'ın ilginç yaşamı yanında, Hürrem ve Safiye Sultanlar ile Kanuni ve oğlu II. Selim'in saltanat dönemlerini de anlatan heyecan atmosferi yüksek bir tarihi roman...
Sobada yanan hikâyeler...
İstanbul sevdalısı Burhan Arpad, "Doğan Kitap" tarafından yayımlanan "Bir İstanbul Var idi"de ilginç anılara yer veriyor.
Arpad, Babıâli'de bir süre ressam Agop Arad ile, adını Sedat Simavi'nin koyduğu "Yokuş Kitabevi"ni yönetir. Sait Faik'in ilk romanı "Medarı Maişet Motoru" bu kitabevinin yayını olarak çıkar, ama Bakanlar Kurulu kararı ile toplatılır. Kitap paketlerini polislere veren Arpad, ellilik bir paketi saklar. Fakat Sait Faik, bu paketi almayınca Arpad da sobada yakacaktır.Yine bir gün Sait Faik, "Sarnıç"ı değiştirmek amacıyla kitabevine gelir, temiz kitabı "esmer güzeli" bir kıza verecektir... Arpad, "Sarnıç"ı ertesi gün Sait Faik'e verecektir:
"Kızım Ayşe, kitaplığımdan aldığı ciltli bir kitabı uzatarak, "Bak baba, neler yazıyor!" dedi. Benim temiz kitapla değiştirdiğim 'Sarnıç'tı. Tükenmiş olan 'Sarnıç'ı yeni basımı için Çığır Kitabevi'ne vermeden gözden geçirmiş ve pek çok düzeltme, hatta değiştirmeler yapmıştı. Sonra bunu unutmuş ve yeni baskılar eski biçimiyle çıkmıştı."
rdurbas@mynet.com.tr
|
Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|