kapat

15.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
ALİ BAYRAMOĞLU(abayramoglu@sabah.com.tr )


Bir kez daha Susurluk!

Bu, Susurluk davası kararının açıklanmasından sonra arka arkaya kaleme aldığımız üçüncü yazı. Konu, günlük haber akışının içine hapsedilmeye, bir dahaki sefere kadar rafa kaldırmaya gelmeyecek önemde, çünkü.

Abdi İpekçi cinayetinden başlayıp 16 Mart Katliamı'na uzanan, Susurluk'la doruğa çıkan Türk Gladyosu'nun öyküsü, Türk siyasi tarihinin en karanlık, en kanlı öyküsüdür.

Ancak sadece karanlık ve kanlı bir öykü değildir. Aynı zamanda bu ülkeye hakim olan ve "Susurluk ile 28 Şubat'ı bir madalyonun iki yüzü kılan" bir yönetim anlayışının "derin resmi"dir.

Belki bu ikinci yönüyle çekiştirmeye, gerçek sorumlular ve sorumlu politikalar bakımından didiklenmeye gelmiyor.

Nitekim daha şimdiden DGM'nin karar metninde söylenenler, yapılan uyarılar havada kaldı. Karar bir haber gibi okundu ve bir haber gibi unutuldu.

Karşı karşıya bulunduğumuz durum, Agatha Cristie'nin "Şark Ekspresi'nde Cinayet" romanının öyküsüne benzetilmeye pek uygundur. Romanda dedektif tek bir katil ararken sonunda anlar ki, trendekilerin hepsi kurbana bir bıçak darbesi atmıştır, tek bir sanık, tek bir katil yoktur. Herkes aynı oyunun parçasıdır, herkes suç ortağıdır.

1997'nin Ekim ayında TBMM'de Ağar ve Bucak'ın dokulmazlıklarının kaldırılması tekrar gündeme geldiğinde, Ağar grupta DYP milletvekillerine şöyle diyordu:

"Ne yaptıysam askerin ve üst düzey devlet görevlilerinin bilgisi dahilinde yaptım..."

Ağar'ın altına girdiği bu şemsiyenin işe yaramadığı söylenemez. O günlerde Türkiye, meclis kulislerinde, gazete ve televizyon beyanatlarında, mahkeme ifadelerinde; istihbaratçıların, MİT'çilerin, JİTEM'cilerin arasındaki fırdöndü mesaj alışverişine tanık olmuştu. Kamuoyu, yapılan çeşitli açıklamalarla olayların ayrıntıları ortaya çıkıyor sanırken, aslında tersi oluyor; karşılıklı uyarılar, tehditlerle "olan"ın üstü örtülüyordu.

Aynı günlerde Susurluk Araştırma Komisyonu Başkanı Elkatmış'ın "kanlı tarihe" neşter atarcasına yaptığı şu tespit de ortada kaldı:

"Çetenin üç ayağı var. Bunlardan birincisi polis, ikincisi bürokratlar, üçüncüsü askerdir. Polise ve bazı bürokratlara dokunuluyor. Ama askerlere dokunulamıyor. İbrahim Şahin, Abdullah Çatlı ile çektirdiği fotograflar nedeniyle çete oluşturmakla suçlandı. Elimizde, Tuğgeneral Veli Küçük'ün Çatlı ile defalarca telefon görüşmesi yaptığına dair dökümanlar var. Onlar neden belge olarak kabul edilip, Küçük hakkında soruşturma açılmadı? Başı sıkışan, 'devlet sırrı'dır, bilgi veremem, ifade vermeye gelemem diyor. Türkiye'de bazı kişiler konuşmazsa çözüm mümkün değildir..."

İbrahim Şahin altı yıl ceza alırken, Tuğgeneral Veli Küçük, bu konuşmayı izleyen Ağustos ayında Tümgeneralliğe yükseltildi ve geçen Ağustos'a kadar görevini sürdürdü.

Yine aynı günlerde gazeteler çarşaf çarşaf Yeşil'in yaptığı telefon konuşmalarının dökümünü yayınlıyorlardı. Kutlu Savaş'ın, "Vedat Aydın, Cem Ersever'i emirle öldüren adamdır" dediği bu "katil"in görüştüğü onlarca resmi kuruluşun önemli bir bölümü jandarma birlikleriydi, hatta Ankara'daki askeri karagah merkezleriydi.

Bu da araştırılmadı. Bir haber olarak gazete sayfalarında kaldı.

Cem Ersever'in faaliyetleri ve ölüm öyküsü de öyle. JİTEM'in varlığı resmen hep reddedildi, varlığı ama onlarca belgeyle kanıtlandı.

Sormalı şimdi?

Susurluk nedir ve Susurluk çözülür mü?

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır