kapat

15.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
HAŞMET BABAOĞLU(hbabaoglu@sabah.com.tr )


Tiyatro: Çıkış yolu var mı?

Özel tiyatroların iflasın eşiğine gelişlerinden söz ederek "Tiyatroya ne oldu?" diye sormuştum ya, geçen yazılarımdan birinde... Okurlar, tiyatro sanatçıları, tiyatroseverler; hepsi sağolsunlar, görüşlerini ilettiler.

Anlaşılıyor ki, biraz kafa patlatmamız gerek!

Bilet fiyatlarından başlayıp; tiyatro sanatının televizyonun karşısında direnemeyişinin nedenlerine kadar...

"Haydi kalkın, tiyatroya gidelim!" dediğinde aramızdan birisi, en az üç kişinin "Şimdi hiç çekilmez!" diye tepki göstermesinde; ille de o "üç kişi" suçlu değil!

***

"Tiyatroda bir kapı kapatılınca bütün duvarlar sarsılır, yani dekor gözünüze batar!"

Atilla İlhan tiyatro sanatının kendisini neden hiç çekmediğini anlatırken bu örneği verir. Yani tiyatro seyircisini kandıramayacak kadar "eskimiş" bir sanattır ona göre; gerçeklik duygusu yaratma yeteneği zayıftır tiyatro sahnesinin...

Sahnenin "sahne" olduğu çok bellidir!

Atilla İlhan sıkı bir sinemaseverdir. Bu yüzden onu anlıyorum.

Ama artık okullardan başlayarak gençlere tiyatronun gerçek hayatın bir taklidini oluşturma sanatı olmadığı; hayata "ayna" tutan bir sanat olduğu anlatılmalı...

Sinemanın, televizyonun, bilgisayar monitörünün olmadığı çağlarda tiyatro sahnesinin "hayat-ı hakikiye" meydanı olması normaldi.

Şimdiyse bu tavır ya müzeliktir; ya da saçma bir inatçılıktır.

Şimdi tiyatroda "hakiki" olan şey; oyuncunun eti, kanı, canı, dili ve sesidir...

Bu olanak başka bir sanatta yok!

Sinemada Juliette Binoche'u izlersiniz; ama sahnedeki Juliette Binoche "oradadır;" kederli yüzü, köylü elleri, kalın ayak bilekleri ve bir tülü andıran erotik etkisiyle orada, karşınızdadır...

Yıldız Kenter sinemada birisini canlandırır; fakat tiyatroda hem canlandırdığı karakter hem de saçının telinden tırnağına kadar Yıldız Kenter'dir...

Bana öyle geliyor ki, bizim tiyatromuz sahip olduğu bu özelliğin değerini iyi bilmiyor.

Tiyatronun seyirciyle birlikte oynanan bir "oyun" olduğunu yeterince kavramış gözükmüyoruz.

***

Bir okurum, "toplumda biraz öne çıkan insanların kendileriyle dalga geçme yeteneklerini kaybettiklerini" vurgulayarak; "komikliğin sadece komiklere kaldığı bir toplumda tiyatronun ayakta kalması mümkün değildir" diyor.

Dikkate değer bir bakış!

Çünkü tiyatromuzu bana kalırsa içten içe yiyip bitiren şey dram tiyatromuz olmadı...

Tersine, "eğlenmek için tiyatroya gitmek" fikri zaman içinde sararıp solmuşsa, bunda büyük pay "komik tiyatro"nundur!

Önce çok güldük, soytarılıklara...

Hilkat garipliğini sahne becerisi sanacak kadar kaptırdık kendimizi...

Sonunda, hoş espriler, karışık sahne trafiğinin heyecanı, ince alaycılık bizi eğlendirmez, keyfimizi kışkırtmaz oldu...

***

Tam bunları yazarken, bir zarf bıraktılar masamın üzerine.

Zarfı açtım: Aydın'dan geliyordu...

AY-KAR-YAY AYDIN TİYATRO yöneticileri "Almanya'da salon bulduk ama Aydın'da oynayacak salon bulamıyoruz" diyorlardı...

Bir de bu vardı. İstek ve emek varsa, bu kez olanaklar bulunmaz oluyordu.

Anadolu şehirlerine 80'lerden sonra iş merkezleri, gösterişli alışveriş merkezleri, mağazalar, şunlar, bunlar gelmiş; fakat kültür ve sanat olanakları çekip gitmişti.

Yıllar önce elbirliğiyle kurulan Aydın'daki tiyatronun yöneticileri "Galiba gerçekten gidiyoruz" diyorlardı gönderdikleri mektupta.

Nereye?..

Güner Sümer'in "Yarın Cumartesi" adlı oyununu sahnelemek üzere Almanya'ya gidiyorlardı. Gurbetçiler destek çıkmışlardı.

Burada bir şeyler yapmak içinse, yetkililerin tedirginlik barajını aşmaları gerekiyordu. Aşamamışlardı...

Sivil toplum kuruluşları tiyatroya, sanata elvermeliydi; başka çaresi yoktu.

Çünkü yetkililer şöyle diyordu: "Haklısınız, doğrusunuz. Ama sizin yanınızda olursam fincancı katırlarını ürkütürüm!" Bu katırlar da, ne katırdır hani! Değil mi?

ÇAY-KAHVE KÖŞESİ
Nerede yemek yesem, üstüne bir espresso veya "nescafe" istiyorum. Ama bir esnaf lokantasına ya da günümüzün havalı Türk Mutfağı restoranlarından (bazıları tane tane pilav pişirmeyi beceremiyor ama müşterilerine tandır kebabı sunmayı marifet biliyor) birine düşmüşse yolum, yemek üzerine çay içiyorum. İyi de gidiyor. Allah Allah!.. Bizim kahveye ne oldu? Siz biliyor musunuz!

Kim inanır Avrupa'da çay içmeyi seven ilk ülkenin İtalya olduğuna!.. Bu sevgi uzun da sürmüş üstelik. 19. Yüzyıl'da Scala operasının localarında "oyun partileri ve çay toplantıları" düzenlenirmiş. Fakat şimdi orada espresso ve capuccino'nun hükmü sürüyor; çay gündelik hayattan çekilmiş durumda...

Çay ve kahve! Birbirlerini severler ama fena halde çekişirler de...Brezilya kahvenin anavatanıdır bazılarına göre. Peki Sao Paolo kentinin en ışıklı, en gösterişli köprülerinden birinin adının Viuaduto do Cha; yani "Çay Köprüsü" olduğunu biliyor muydunuz?

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır