Üstelik devlet tarafından da kabul edilip, itiraf edilmiş bir öyküdür.
Nitekim Kutlu Savaş'ın hazırladığı resmi raporda, faili meçhul cinayetlerle devletin bağlantısı kuruluyor, JİTEM'den MİT'e devlet kurumlarının, bazı devlet görevlilerinin Susurluk olayındaki sorumluluğunun altı açık bir şekilde çiziliyordu. Örneğin Yeşil'in, MİT ve Diyarbakır Asayiş Komutanlığı'nda çalıştığı, Muş'ta valinin, emniyet müdürünün, bölge komutanının bulunduğu toplantılara katıldığı, aynı kişinin Musa Anter'i, Vedat Aydın'ı öldürdüğü söyleniyordu.
Bu durum MİT'i, JİTEM'i, TSK'yı, Emniyet Teşkilatı'nı, adli mercek altına yatırmayı gerektirmez miydi?
Ama böyle olmadı ve olamıyor. Çünkü pislik devletin en ciddi, en ücra köşelerine öylesine bulaşmış ki, sorunun üzerine gidilmesi, devlet sisteminin çökmesiyle eşdeğer tutuluyor.
Susurluk skandalının en vahim yönü, bunca bilgi ve itirafa rağmen yaptırımsız kalmasıdır. Verilen son cezalarla Susurluk yargılanmış olmamaktadır. Yargı bırakın Susurluk'un üzerine gitmeyi, bu açıdan yanına bile yaklaşamamıştır. Mahkeme karar metninde, "siyasi ve bürokratik yönlendirme gerçeğine" işaret ediyor; "bu kişi ve politikaların yargılanması gerektiğini" belirtiyor. Bu, sembolik açıdan önemli görünse de, aslında, devlet içinde yargı alanının dar sınırlarına işaret etmektedir.
Kutlu Savaş'ın raporundaki şu can alıcı bölümü hatırlayın:
"Kim olduğunu ve ne yaptığını bilmesine rağmen devlet, Behçet Cantürk'le başedememiştir. Yasal yollar yetmemiş, neticede Cantürk'ün finansörü olduğu Özgür Gündem gazetesi plastik patlayıcılarla havaya uçurulmuş, Cantürk'ün devlete biat etmesi beklenirken, adı geçenin yeni bir tesis kurmak üzere harekete geçmesi üzerine, Türk Emniyet Teşkilatı tarafından öldürülmesi kararlaştırılmış ve karar infaz edilmiştir.
Ancak zaruri bazı sualleri sormak gerekir. Cantürk'ün öldürülmesi emrini kim vermiştir? Bu yetki kim tarafından kullanılabilir? Kim kime karşı sorumludur? Sistem nasıl çalışmalı, sorumluluk nasıl paylaşılmalıdır? Hukuk devletinde bu suallerin yeri olamaz itirazı da geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Bu uygulama tüm dünya devletlerinde olduğuna göre bizde de olacaktır. Ama bu kararlar kurallar içinde alınmalı ve ciddiyetle uygulanmalıdır. Yoksa Yeşil'in subayı öldürdüğünü etrafa söylemesi, Çatlı gibi devletin emrinde çalışan bir kişinin kaçakçılık yapıp, korku salması gibi; geri kalmış bir ülkenin ciddiyetten uzak operasyonlarına izin veren bir yapı ülkemizin hak etmediği bir durumdur..."
Bu pasaj, Susurluk'a neşter atan bir itiraftır, ama daha vahimi Susurluk mantığını savunmakta, neredeyse devamını öngörmektedir.
Nitekim bugün raporda öngörülen olmuş; yargıya rağmen sistem değil, sistemden dışarı kaçanlar cezalandırılabilmiştir.
Böyle oldukça, Kutlu Savaş'ın raporudaki tanım ve öneriler tekrar gerçekleşebilir. Belki de şurada burada, Diyarbakır'da gerçekleşmektedir.
Böyle kaldıkça, Türkiye yazılı ya da şifahi bir "andıçlar ülkesi" olmayı sürdürecektir. Belki de sürdürmektedir...