Para ve güven
Gençlere sormuşlar: Özel kuruluşlar içinde en çok hangilerine güveniyorsunuz?
Gençler "birinciliği" özel hastanelere vermiş...
Oran da ilginç; gençlerin yüzde 58.4'ü en çok özel hastanelere güveniyor.
Bu tür araştırmalarda kamu kuruluşları içinde her zaman güven odağı olan ordu yine en ön sırada yer alırken, yüzdenin 65.2 olduğu düşünülürse, özel hastanelerin zihinlerde yarattığı etki daha iyi anlaşılabilir.
Aslında bu, gençliğin siyasete olan ilgisini ölçmeyi hedefleyen ve Strateji Mori; IRI ve Arı Hareketi tarafından gerçekleştirilen bir araştırma. 1999 sonunda, 16-28 yaş grubu içinde ve bütün Türkiye'yi örnekleyerek yapılmış.
Araştırma sonuçları sadece olgulara işaret eder. İş sayıların yorumuna gelince yüz türlü yorumlayabilirsiniz tabii...
Yine de ben "özel hastanelere güven" noktasında takılı kaldım.
Nicedir üstünde durduğum, ama popüler kültürümüzde köşe bucak kaçtığımız bir noktayı çırılçıplak önümüze koyuyor çünkü!
Nedir o nokta?
Paranın, ekonomik ve finansal grafiklerin; enflasyonun ve "atmasyon"un ötesinde, hayatımızdaki gerçek değeri...
Hiç lafı dolandırmadan soralım:
Özel hastaneleri "özel" kılan nedir?
Herşeyden önce paradır...
Hastanenin hizmet vermek için ve hastanın hizmet almak için harcadığı para...
İnsan sağlığının parayla pulla ilişkisi mi olurmuş canım?..
Tıp bilimi ve pratiğine duyulan güven parayla bağlantılandırılır mıymış?..
Güzel tabii, bunları söylemek. Heyecanlı da oluyor.
Ama gerçek bu değil!
Yani parayla sağlık oluyor!
Yani arkaplanda güven duyulan şey para!
Gelin, artık hayatımızda paranın yerini "ekonomi bilimi"nden bağımsız tartışalım.
Biliyorum, geleneksel toplumlarda para konuşmak ayıptır.
Ve bu "ayıbı" bilmek güzeldi.
Fakat geçti o günler!
Şimdi bütün ayıplara son vermek için artık paranın hayatımızdaki yeriyle hesaplaşmalıyız.
Bana kalırsa et, ot yeyip su içtiğimiz doğru değil. Resmen para "yiyoruz!" Havayla suyla değil, parayla yaşıyoruz. Ama öyle değilmiş gibi yaparak, öyle değilmiş gibi düşünerek, öyle değilmiş gibi hislenerek yaşıyoruz.
Ya da yaşadığımızı sanıyoruz...
Bu modern yalan bizi ince ince öldürmesin diye, yine üstüne para verip tedavi oluyoruz.
Bu sadece "Öteki Türkiye" tartışması filan da değil...
Bu "Bütün Türkiye"nin tartışması...
Dervişliğin bile manevi bir tercih olmaktan çıkıp "iktisat yöntemi" haline geldiği; serseriliğin serüvenci bir arayış değil, sadece bir tür "işsizlik" olduğu bir toplumun gündelik hayatında paranın yerini konuşup tartışmanın zamanı gelmedi mi?
ŞUT
Seyirci "seyredilecek"
futbolcu ister
Nouma kırmızı kart görüp sahadan çıkarken tribünlerin onu alkışlaması yanlıştı.
Bunu ben de, başkaları da yazdık, yorumladık.
Tamam!
Ama sadece oraya takılıp kalır; Nouma'ya tribün desteğini hep en "kaba" yanından görürsek, önemli bir "inceliği" kaçıracağız gibi geliyor bana...
Seyirci seyretmesi keyif veren futbolcu istiyor...
Seyirci kendisini heyecanlandıran; kendisiyle duygusal bağlar kuran futbolcu istiyor.
Seyirci maçın hem kaderine hem de "stil"ine damgasını vurabilen futbolcu istiyor.
Böyle futbolcuları seviyor seyirci...
Seyirci takımının puan kazanmasından, iyi oynamasından hoşlanıyor ama takımında seyretmesi zevk veren, kan kaynatan, olmadık anlarda maça can veren futbolcular varsa takımını seyretmeyi seviyor...
Dünyanın her yerinde böyle bu!
Adı üstünde... Seyirci!
Fakat eskisiyle yenisiyle Beşiktaş yönetimlerinin en soğuk baktıkları konu "sıcak" futbolculardır.
Beşiktaş futbola renk katan oyuncu yetiştirmek veya transfer etmekte hep çekingen davranmış, elindeki renkleri de iyi değerlendirememiştir.
Bu yüzden siyah beyazlı tribünler seyretmeye hep "aç"tır! Sahayla tribün arasında güzel kıvılcımlar çakan futbolculara hasrettir.
Bu yüzden Nouma'yla "diskoya gitmeye" kalkmıştır Beşiktaş tribünleri...
Yönetimler bir türlü anlayamamıştır ki, taraftar Sergen'in kendisine değil, hep o müthiş sol ayağının yarattığı futbol sürprizlerine bağlanmıştır tribünler...
Bilmem, Beşiktaş yeni transfer döneminde bu noktayı dikkate almaya başlar mı?
***
Maça damgasını vuran futbolcular deyince aklıma Scala'dan da söz etmek geldi.
Ne ilgisi var, diyeceksiniz...
Var...
Scala ünlü bir teknik adam. Kariyerinde Parma gibi bir takımı Avrupa futboluna kazandırmanın ünü var.
Ama nasıl?
Fikir olsun diye kısa bir not düşeyim: İsveçli Thomas Brolin... Kolombiyalı Asprilla... Sonra ötekiler; Crippa, Sensini, Berti, Benarrivo, Agostini, D. Baggio, Fiore, kaleci Buffon ve... Zola!
Bu futbolcular çeşitli dönemlerde Scala'nın Parma'sında oynamışlardı...
Bilmem anlatabildim mi?
ALTYAZI
Dr. Harford: Söyler misin nereye doğru gidiyoruz?
Gayle: Gökkuşağının götürdüğü yere...
Dr. Harford: Nerededir gökkuşağının sonu?
Gayle: Orası neresiyse gitmek istemiyor musun?
Dr. Harford: Bu neresi olduğuna bağlı.
(Stanley Kubrick'in son başyapıtı Eyes Wide Shut'tan bir sahne)