Bir insanın, bir şairin tam elli yıl boyunca ülkedeki siyasal saflaşmanın mihenk taşı olduğu başka bir ülke var mıdır acaba, merak ediyorum.
Soğuk Savaş yıllarının dondurucu rüzgarlarının ülkesinden uzaklara savurduğu bir şair elli yıl sonra bugün hâlâ, ilericilik-gericilik tartışmasında koçbaşı yapılıyor. Komünizm ölmüş ama anti komünist şahlanışın "hain" damgası bastığı bir adamın kemikleri üzerinden aynı tartışma yürütülüyor.
Toprak uygarlığından uydu uygarlığına geçilmiş, vatan dediğimiz toprak parçasının etrafındaki sınırlar flulaşmış, çifte vatandaşlık, üçlü vatandaşlık derken, vatandaşlık kavramı çoğalma yoluyla yok olmaya yüz tutmuş, biz kalkmış Nazım Hikmet'i yeniden vatandaş yapmaya niyetleniyoruz. Bireylerin uluslararası arenada milli kimlikleriyle değil, bireysel nitelikleriyle varoldukları bir çağda, çoktan dünya vatandaşı olmuş bir insanı milli bir kimliğin içine hapsetmeye çalışıyoruz.
Hadi ciddi olalım biraz.
"Kalbimin yarısı burdaysa doktor, yarısı Çin'dedir.
Sarı nehre doğru akan ordunun içindedir"
diye yazmış bir adamdan, bir enternasyonalistten sözediyoruz.
Ve bir dinsizden... Yani, yüreğinin son atışından sonrasının bir hiçlik olduğunu bilen bir adamdan...
Onun, Anadolu'da bir köy mezarlığında bir çınar altında yatma özleminden sözedişini, cenazesiyle ilgili bir vasiyet gibi algılayanları hayal kırıklığına uğratacağım ama, o vasiyet yazmıyordu, şiir yazıyordu. Ve o mısralarda ölümünden sonrasından değil, o gün yaşadığı büyük özlemden sözediyordu.
Artık un ufak olmuş kemiklerinin orada ya da burada yatmasının, Türk vatandaşı olarak anılıp anılmamasının ona bir faydası yok.
Peki bize var mı? Bence bize de yok.
Olan oldu, biten bitti...
Şimdi onu vatandaş yapıp, "aziz ruhunu" asetat kaplı bir kimlikle onurlandırmakla neyi değiştirebiliriz?
O vatandaş olursa, onyıllarca, onun şiirlerini kulaktan kulağa fısıldayarak okumak zorunda kalmakla kaybettiklerimiz geri gelecek mi?
Onu vatandaş yapmak, öcü korkuları içinde geçen çocukluk ve gençlik günlerimizin bilincimizin derinliklerinde yarattığı hasarı önleyebilir mi? Yarım asır boyunca koskoca bir polis teşkilatının ölü bir şairin mısralarının peşinde sürek avı düzenlemesinin bu ülkeye maliyetini hafifletebilir mi?
Nazım bu ülkenin öcü yaratma geleneğinin sembolüdür.
Biz Nazım'dan yalnızca şiirin ne olduğunu öğrenmedik. Onun kanalıyla, muhalefet etmenin ne korkunç bir suç olduğunu öğrendik. "Hain" damgası yeme korkusuyla sinmeyi öğrendik. Fikir suçu dediğimiz şeyi onun şahsında tanıyıp ürperdik. Çok masum görünen sözcüklerin aslında ne büyük düşmanlar olduğunu belledik. Onun başına gelenlerden, bu ülkede yaşamak istiyorsak, tabuları kurcalamama, güçlüye boyun eğme dersi çıkardık.
Şimdi, bakanlar kurulumuz, bir çırpıda çıkaracağı bir kararnameyle herşeyin düzeleceğini sanıyor.
Birkaç düzine bakan bir araya gelip bir kararname çıkarırlarsa, psikiyatrist koltuğunda çocukluk travmalarını açığa vurup rahatlayan hastalar gibi ferahlayıvereceğimizi; bütün o takıntılarımızdan, korkularımızdan, öcü fobilerimizden, kalorifer kazanlarında kitap yakarken duyduğumuz utançtan kurtulup ruh sağlığı yerinde, turp gibi bir toplum oluvereceğimizi zannediyorlar.
Oysa toplumsal bilincimizdeki yara izleri kararnamelerle yok edilemiyor.
Olan oldu, biten bitti. Bundan sonrası beni hiç ama hiç ilgilendirmiyor.