Terörist ilan edildim
Statükoyu savunanlara, mevcut düzenin rantını yiyenlere göre ben bir teröristtim. Çünkü insanların hayallerini ve düşüncelerini bozuyordum
Şampiyonluğun Galatasaray'dan daha fazla benim için önemli olduğunu görmüştüm. Çünkü Galatasaray ilk defa şampiyon olmuyordu. Olsa olsa takımın istatistik hanelerine yazılacak bir başarıydı. O gün balkonda otururken Türkiye'de istatistik hanelerine yazılmayacak bir başarının yakalanması gerektiğini düşündüm. Tarih zannediyorum 28 veya 29 Mayıs 1987'ydi. Lig şampiyonluğunun teri kurumadan bu başarının yaşanan ilk başarı olmadığını sadece bireysel açıdan beni daha fazla ilgilendirdiğini düşündüm. O gün, gazete sayfalarında arandığı zaman bulunmayacak bir uluslararası başarıya imza atmaya karar verdim.
Düşüncemi ilk kez 1987 yılının Eylül ayında Vakkorama'nın düzenlediği gençlik günlerinde açıkladım. Ankara Vakkorama'nın konuğu bendim. Kalabalık bir üniversite gençliği önünde panele katıldım. İki hakem arkadaşımızın da salonda olduğunu gördüm. Biri Erman Toroğlu diğeri Sadık Deda'ydı.
Sorular yağmur gibi yağıyordu. Salonun önlerinde yerde mermerde oturan bir genç kız sorusu ilginçti: "Hocam güzel konuşuyorsunuz da... Biz yani Türkiye, Avrupa'da ne yaparız?"
"Avrupa'da final oynarız" cevabını verdim. Ve bu lafı ettiğime, edeceğime pişman ettiler. İnanılmaz bir sessizlik oldu. Kalemler bırakıldı. Gözlerle konuşmalar başladı salonda. Önemli bir bölümü de spor basınındandı. Birbirlerine beni işaret edip, "Hoca herhalde üşüttü, bir doktor falan varsa çağırın ateşini ölçtürelim" gibilerinde konuşmalar geçti.
VİZYONUM ONLARI AŞTI
Bir Türk takımının final oynayacağını söylediğim için hakarete varan eleştiriler almaya başladım. Böyle kötü bir yaklaşım olabilir mi? Gencecik bir antrenör hedef gösterdiği için, olmadık hakaretlere uğruyordu. Fevkalade rencide edici yazılar ve karikatürler çıkıyordu. 38 yaşında bir Türk antrenörü, "Bir Türk takımı Avrupa'da final oynar" dediği için bunlara maruz kaldı.
Bunları yazan kişiler şimdi Fener'deki başarılardan sonra aynı mealde yazı yazan kişilerdir. Bu kişiler toplumu yanlış yönlendirmeye çalışıyorlar. Ben, yani Mustafa Denizli bir anda teknik direktör olmaktan çıkıp o kişilerin gözünde terörist olmuştum. Neden? Çünkü ülkenin, insaların düşünce ve hayallerini bozuyordum.
Yöneticileri yönetirdi!
Mustafa Denizli'yi 1966 yılında Altay formasıyla çıktığı ilk lig maçından beri izleyen Yeni Asır gazetesinin eski Yayın Yönetmeni Şevket Özçelik anlatıyor: "Hayatımda onun kadar eleştirdiğim bir futbolcu daha olmamıştır. Çünkü egoistti. Ben de bıkmadan usanmadan onu bu huyundan caydırmaya çalışırdım. Başaramadım tabii... Hemen her yazımda eleştirdiğim halde bir tek gün dahi en ufak bir serzenişte bulunmadı.
Benmerkezcilik ve liderlik özelliği, onun hem futbolculukta, hem de teknik adamlıkta hızla yükselmesini sağladı. Liderliği o kadar öne çıkmıştır ki, Altay'ın başkan ve yöneticilerine bile liderlik yaptığına hayretle tanık olmuşumdur.
Altay'dan büyük maddi kayıpları göze alarak futbolu bırakmaya yaklaştığı yıllara kadar kopmayışı, kulüp sevgisinin yanısıra, bulunduğu ortamda liderlikten asla ödün vermeme özelliğinden kaynaklandı. Müthiş bir hırsı da vardı.
Bir ara Fener'e getirilişi tartışılıyordu. Halbuki bana göre Fener, asıl yanlışı, onu teknik adamlığa getirmekte geç kalarak yaptı.
Aynada kendimi seyredip durdum
Derwall dönüyordu. Ona Galatasaray'ı şampiyon yapacağımı söyledim. Derwall, "Seni tanıyorum, inanıyorum" diyerek beni kucakladı. Kuşkularım, endişelerim, inancım olmasaydı görevi zaten kabul etmezdim. 37 yaşında Galatasaray'ın başına geçtim.
Sorumluluk aldığım ilk yılda yine şampiyon olduk. Bu bir teknik adam için paha biçilemeyecek bir duygudur. Törenler düzenlendi. Turlar atıldı. Gece eve geldim. Kapının arkasında bir boy aynası var. Her gün girip çıktığım halde ona hiç bakmadığımı farkettim.
Şampiyon olduğumuz gün orada kendimi gördüm. Son derece güzel, son derece yakışıklı, son derece işini yapmış bir insanın mutluluğunun görüntüsü parlıyordu. Ağzım kulaklarımdaydı. Balkona çıkıp biraz Boğaz'ı seyrettim. 10 dakikada bir içeri girip kendimi defalarca boy aynasında izledim. Çok mutluydum. Her tarafım sevinçten titriyordu.
Bir maçta hırsından kasları kilitlenmişti
Fenerbahçe'nİn eski başkanlarından Ali Şen, Mustafa Denizli'nin profesyonelliğine hayran oluşunu şöyle anlatıyor:
"Benim Mustafa Denizli ile 1970'lerin ortalarında başlayan ve 25 yılı aşkın bir süredir devam eden bir dostluğum var. Hiç kesilmedi bu dostluk. Kocaelispor'a antrenör olması için, Sefa Sirmen'e ben önerdim. İstanbul Levent'teki evde üçümüz bir araya geldik. Bu buluşmayı kimse bilmez.
ONU TERCİH ETTİM
Benim iki resmi kimliğim vardı. Ben Futbol Federasyonu'nun basın sözcüsü ve Milli Takımlar Genel Koordinatörü idim. Antrenörümüz Metin Türel ile Candan Tarhan'dı. 1978'de Arjantin'de yapılacak Dünya Kupası'na katılabilmek için İzmir Atatürk Stadı'nda Avusturya ile oynuyorduk. İzmir'den iki futbolcu aldık, ikisi de Altaylı'ydı. Biri stoper Erol Togay, diğeri Mustafa Denizli...
Maça santroforda 'Gökmen'le mi yoksa, Mustafa Denizli ile mi başlayalım' diye sormak ve fikrimi almak için Candan Tarhan odama geldi. Ben de 'Mustafa Denizli ile başla' dedim. Stat tıklım tıklımdı. İğne yere düşse saplanacak yer bulamazdı. Böyle bir seyirci rekoru şimdiye dek kırılamadı.
SAKATLANIVERDİ!
Kalenin arkalarına Türkiye'de ilk defa ben seyyar tribünler kurmuştum. Oyuna çok iyi başladık. Dakikalar 15'i gösteriyordu. Top yok, rakip yok, birdenbire Mustafa Denizli yere kapaklandı. Dediler ki lifi attı. 'Durduğu yerde adamın lifi nasıl atar' dedim. Hücum ediyorduk. Erol Togay'ın direkte patlayan kafa topu, dönüp kalemize gol oldu. Golü de Prohaska atmıştı.
Ne yazık ki maçı kaybettik!
Benim kafama Mustafa'nın sakatlığı takıldı. Mustafa'yı Ege Üniversitesi Hastahanesi'ne götürdüm. Kontrol ettirdim. Aldığım cevap çok ilginçti...
Doktor, 'Hırslı olan bir insanın ayakları kilitlenir, bırakın koşmayı yürüyemez bile' dedi. Mustafa'nın lifi kopmamıştı, hırsından, işini aşırı sevmekten, adalesi kitlenmişti.
Ben bunu dinledikten sonra Mustafa'ya hayran oldum. Bunun tersi olmuş olsaydı, yani korkudan olsaydı, bir daha Mustafa Denizli'yi Milli Takım'a almazdım.
Sonra Mustafa'yı başkanlığım döneminde Fenerbahçe'ye aldırmak istedim. Necdet Niş'i görevlendirdim. Fakat olmadı, Altay'da kaldı. Ama Fenerbahçe sayesinde Denizli ev sahibi oldu.
FATİH-GÖKMEN KAVGASI
"Avusturya maçı öncesi Efes Oteli'nde kamp yapıyoruz. Fatih Terim kaptan. Öğle yemeğinde yukarı çıktım. Beni asansörün kapısında Candan Tarhan ile Mustafa Denizli karşıladı. Mustafa benim onu çok sevdiğimi bildiği için, 'Ali Abi senden bir ricam var. Biraz önce Fatih Terim ile Gökmen Özdenak yumruk yumruğa kavga etti. Benim tanıdığım Ali Abi ikisini de kamptan hemen gönderir. Bütün arkadaşlar korku ile sizin gelişinizi bekliyor. İki oyuncu da bizim için çok önemli. Buraya gelmemiş gibi yapar mısınız?' dedi.
30 yıllık yöneticilik hayatımda kimse beni kararlarımdan geri döndüremedi. Fakat ben Mustafa'nın ricası ile asansöre binip aşağı indim. Bir saat sonra yukarı çıktım, hiçbir şey olmamış gibi davrandım. Kavgayı da duymazlıktan geldim. Mustafa eğer ısrarcı davranmasaydı, Fatih'i de Gökmen'i de aynı anda İstanbul'a gönderirdim."
YARIN
* İlk maçı 3-0 kaybetmemize rağmen Neuchatel'i eleyeceğimizi neye dayanarak söyledim?
*Köln'de Monaco maçını oynayacaktık... Soyunma odasına inen Turgut Özal bana ne dedi?