Pazar öyküsü: Küskün anılar da canlanıyor
Ben çocuktum.
O yaştaki erkek çocuklar delikanlı filan değildir.
Bakmayın kendi aralarındaki muhabbete! Basbayağı çocukturlar!
Tülin benden sadece bir yaş büyüktü. Ama gebe kalınca okuldan ayrılmak zorunda kalmış güzel, çok genç ve galiba biraz "sarsak" bir anneydi...
Şehrin Asya yakasında bitişik evleri ve melankolik sokaklarıyla tanınan kıyı mahallesinde otururduk.
Evlerimiz karşılıklıydı.
Bembeyaz tenini saran binlerce çili bir gün tek tek saymanın hayalini kurardım. "Ecnebi" annesinden miras masmavi gözlerinin koyu kenar çizgilerine bakmak başımı döndürürdü.
Tülin de okuduğum kitapları ona ballandırarak anlatmama bayılırdı.
"Bugün Tolstoy'dan masallar, yok mu bakiim?"
***
O gün pencereden bakarken Tülin'in bebeğini kaptığı gibi sokağa fırladığını görmüştüm. Kızıl saçları öğle güneşinin altında sanki alev almışlardı.
Açık pencereden kocasının sesi geliyordu: "O... karı. Canı sıkılmışmış!.. Ben sana gösteririm sıkılmayı!"
Oysa Tülin kapıdan dışarı adımını attığı anda yakışıklı kocasını da, evini de unutmuş, uzak bir ülkeye çekip gidiyormuş gibi davranan kadınlardandı.
Belki sadece bir süre için...
Yine de insanda sonsuza kadar unutacakmış endişesi yaratırdı.
Galiba ben bile bu berbat huyuna tutulmuştum onun.
Böyledir özgürlük duygusu!
Işık gibidir; aşık pervaneler yaratır çevresinde...
Mokasenlerimi zar zor ayağıma geçirip ben de dışarı atmıştım kendimi.
Güzel bahar akşamları ana caddede piyasa yapmaya çıktıklarında onun sağlam duruşlu bedenini uzaktan izlemeyi severdim. Bu kez merakla takılmıştım arkasına.
Nereye gidiyordu?
Bebeğini halasının evine uğrayıp bıraktığı sırada, görünmemek için kendimi bakkala atmış, bir kola içmiştim.
İşte o anda farkettim: Mahallemizin "Kuşçu"su eski motosikletiyle aynı yöne gidiyordu.
Orta yaşlı, yalnız bir adamdı. Birlikte yaşadığı sayısız kanaryayı hesaba katmazsak tabii. Bu yüzden herkes "Kuşçu" derdi ona. Mirasyedi olduğu ve paralarının yavaş yavaş suyunu çektiği fısıldanırdı kulaktan kulağa. Bir de karşılıksız bir aşkın kurbanı olduğu...
Bense "büyük sır"ra ermiş olanlardan sayardım kendimi: Kuşçu Tülin'e aşıktı!
***
Kumarbaz zenginler kulübünün yanıbaşındaki iskeleye ulaştığımda soluk soluğaydım
Manzara şöyleydi:
Üçü yan yana yerde oturuyordu. Tülin, yakışıklı kocası ve Kuşçu... Ayaklarını iskeleden aşağı sallandırmışlardı.
Kimseyi yeterince doyurmamış sevgiler vardır; altından kalkılmaz suçluluk duyguları yaratırlar ya...
Ve hep söylenmemiş kalan sözlerin gerginliği!
Üçünde de böyle bir gerginlik, derin bir suçluluk havası vardı...
Yanlarına gittim, sesizce nemli zeminin üzerine bağdaş kurdum.
Bana şöyle bir bakıp yine yüzlerini denize çevirdiler.
Sonra...
Geçmişte çalıştığı yabancı bandıralı yük gemilerini ve okyanusta batan güneşi seyretmenin eşsizliğini anlatarak sessizliği bozdu Tülin'in kocası.
Kimi zaman bana saldırganca gelen kahkahalarıyla hayat bulduğumuz kızıl saçlı kadın bu kez somurtuyordu.
Bir yanından bakınca, genç adamın yine bir gemiye atlayıp onu terkedeceği günün gecikmesi için dua eder gibiydi.
Belki öteki yanından baksam, o günün çarçabuk gelmesi için dua ettiğini düşünebilirdim.
Zor bir matematik problemini çözmekle uğraşıyor gibi görünen Kuşçu ise, düzenli aralıklarla dönüp sakin bir biçimde Tülin'e soruyordu:
"Gözünü nasıl morarttın? O mu yaptı?"
İyice yaklaşınca gördüm: Gerçekten de sol gözünün çevresi mosmordu; burnunda ve (Ah!) dizkapaklarında çizikler, bereler vardı...
"Gözünü nasıl morarttın?"
Belki yirminci kez sorduğunda Kuşçu, kocasına belli etmeden sert bir dirsek atıp adamı susturmuştu.
Orada öyle oturduk.
Hava kararıncaya kadar...
Yanımızdan çocuklar, el ele çiftler, hava almaya çıkmış emekliler geçti. Hiçbirine aldırmadan öylece oturduk.
Rüzgâr çıkınca Tülin'le kocası kalkıp gittiler.
Kuşçu'yla ben biraz daha oyalandık, balık tutmaya gelenlerle lafladık.
Eve döndüğümde deliksiz ve koyu karanlık bir uyku içine çekti beni.
Ertesi sabah kapıcı Mehmet Efendi'nin babama anlattıklarını işittim: "Allah seni inandırsın abi! Bizim Kuşçu, dev gibi oğlanı evire çevire dövdü. 'Bir daha kıza el kaldırırsan seni yaşatmam'diye bağırıyordu! Oğlan çekip gitti galiba."
Babamın ne dediğini çıkartamadım, çünkü kalbim dışarı çıkacak gibi çarpıyordu.
Asıl sarsıcı sözü sona saklamıştı Mehmet Efendi: "Biliyorsun değil mi abi? Bizim Kuşçu'yla oğlan baba bir kardeşlermiş!"
***
Bütün bunları nereden anımsadım?
Küskün anılarım nasıl oldu da canlandı?
Geçen gün şehrin en civcivli caddesinde ona benzeyen bir kadınla karşılaştım.
İçimde kötü kaderin çanları ve çocukça neşeli melodiler aynı anda çalmaya başladı.
Aslında hep böyle oluyor...