Bir masal kahramanı
"Liz Taylor'ın menekşe gözleri kadar güzeldi Lefter'in çalımları..." Böyle başlayan satırlar akıp gidiyordu.. Şaşırtıcıydı okur için, çünkü böyle spor yazılarına hiç alışmamıştı... Kimdi bu garip yazar?
Lefter'i bir süre sonra da "filozof"a benzetecekti.
1957 yılında ortaya "çıkan tuhaf üsluplu yazar" bir türlü ekol olamadı. Sebebi; asla taklit edilemiyordu. O, doğuştan yetenekliydi bir kere... Ona yaklaşabilmek için, bir fırın kitap yemek gerekiyordu.
"Müstesna bir insandı. Elbette olacaktı... Arnavutluk Kralı Zogo'nun Başmabeyincisi idi babası... O bir saraylıydı, bir aristokrattı..."
Kadim dostu Erdoğan aynen böyle anlatıyordu.
O ve Erdoğan, taaa 1950'li yılların başında birlikte top koştururdu Çapa sahasında...
Büyüdüler. O gazeteci İslam Çupi oldu, arkadaşı da iş adamı Erdoğan Şenay.
M.Ö. MAGANDA ÖNCESİ
İslam'ın top koşturduğu Çapa sahası ve çevresi; bahçeler, bostanlar ve çayırlarla uzayıp giderdi... Aksaray'dan Topkapı'ya kadar...
Tek tük bahçeli evler, yemyeşil tabiatın fışkırdığı marul, soğan, roka, tere, yeşil biber bostanları... İslam'ın, o lafını etmeyi pek sevdiği "osuruk ağaçları" da oradaydı. Yapraklarını koparıp birbirimizin suratına sürerdik. Ne pis kokardı. O yapraklar, eşek şakası için bulunmaz malzemeydi.
Bizans İmparatoru 1. Apollonyus'un yaptırdığı muhteşem Mocus Sarnıcı da oradaydı. Tam 25.000 metrekarelik su deposu. 15 metre derinliğindeki sarnıç M.S. 500 yılında inşa edilmiş.
Değerini bilememişiz, devraldığımız Kostantiniye mirasının... Doldurmuşuz toprağı Mocus Sarnıcı'na, ekmişiz ekini üstüne hey!.. Adını koymuşuz Çukurbostan bre!.. Gelmiş cumhuriyet, ayak topu serbest. Yapındırmışız kenarcığına bir küçük sahacık... Oynasın çoluk çocuk...
Ve sonra İstanbul'un Maganda Sonrası, M.S. dönemi başlamış. Sabit pazar yeri oldu oralar. M.S. başlamış bir kere, pazara bırakılır mı kıymetli arazi. Yıktılar pazarı... 1993'te bir otopark projesi vardı. N'oldu bilmek istemem. Kan tepeme çıkıyor İstanbul katliamını yazdıkça... İstanbul aşığı İslam da bu açık hava müzesine yapılan maganda yıkımına çok üzülürdü.
FÜZELER VE MÜZELER
İslam Çupi'nin yazılarına kızanlar da vardı. "Bi şey anlamıyorum, ne diyo yav..." diye dalga geçmeye bile kalkarlardı. Bu karton kafalılar için yazmıyordu İslam, üç boyutlu beyinlere uzanıyordu derin yazılarında.
Onun spor yazdığı dönemde füzeler çok günceldi. Beşiktaşlı Recep'in, Nazmi'nin, İstanbulsporlu İhsan ve Aydemir'in, Vefalı İsmet'in, Galatasaraylı Metin Oktay'ın füzeleri... Fenerbahçeli Lefter'in zekasıyla yönettiği uzaktan kumandalı füzeler. İtalya'yı döven kıvrık Türk kılıcı kavisli Can Bartu roketleri..
İslam Çupi de şiir gibi yazıyordu, şiir gibi top oynayan efsaneleri.
Bitir şiirini bize elveda de,
Sonra çek git, sevdalı şair.
Saat çaldı, zaman demir kesildi,
Biz kaldık içinde zayıf, şaşkın ve kararsız.
Acıma bilmeyen bu çağ selamlıyor bizi.(*)
1962'ye gelindiğinde Türkiye'nin başı füzelerle derde girecekti. Başkan Kennedy'nin emriyle yapılmıştı Küba Domuzlar Körfezi Çıkarması. Dünya tartışıyordu. Fransız Le Monde gazetesi, 19 Nisan 1962 tarihli sayısında şöyle diyordu:
"Türkiye gibi SSCB'nin sınırında bulunan bir ülkenin, Donetz Havzası'nı tehdit edebilecek güçte füze rampalarına sahip olmasını son derece normal bulan Amerikalıların, SSCB'nin de Küba'yla bir füze anlaşması yapma hakkına karşı çıkması ilginçtir..." (**)
Sovyetler, Türkiye'yi hayli tehdit edecek, 3. Dünya Savaşı'ndan korkulacaktı.
Cici kız Jane Fonda'nın sinemada kendine yer aradığı, West Side Story filmiyle çağdaş Romeo-Jülyet hikayesinin heyecan yarattığı günlerdi. Geniş etekli kızlar, mor gömlekli erkekler... Bernstein'in unutulmaz Batı Yakası Hikayesi müziği... "Maria, Maria..."
Batı Yakası Hikayesi gençliği çok etkilemişti. Müzik, kıyafetler, danslar... O güne kadar çok değerli müzikal filmler yapılmıştı; Singing in the Rain, An American in Paris gibi.. Ancak Batı Yakası Hikayesi öyle fantezi hikaye değildi. Amerika kıtasının gerçeklerini, İtalya'da ve Türkiye'de yaşanan fukara göçünün yeni dünyadaki benzerini anlatıyordu. Çağdaş bir operaydı, bir "pop opera"... Oscar ödüllerini de süpürdü zaten...
SABANCI VE ÇUPİ'NİN ÜNLÜ ÖZGÜN ŞAKASI
İslam Çupi'nin Tercüman'da yazdığı yıllarda gazetesi 600.000 civarında satıyordu. Kemal Ilıcak "merkez sağ" gazetelerin de yüksek satışlara ulaşabileceğini kanıtlıyordu.
Güneri Civaoğlu'nun yönettiği gazete çok itibarlıydı. Üst düzey şahsiyetler Tercüman'ı ziyarete gelirdi. Sakıp Sabancı'nın ziyaretleri ise kahkaha krizine yol açacak kadar zevkli geçerdi. Sakıp Ağa halk çocuğudur kasıntıyı sevmez, hazırcevaptır, nefis esprileri vardır.
Kemal Ilıcak'ı ziyaretlerinden sonra, Sakıp Ağa mutlaka spor servisini ziyaret ederdi. "Bir oyun hazırlayalım" dediler servistekiler.
Sakıp Sabancı spor servisine geldikten bir süre sonra İslam Çupi "Ağa çok zilim. Elli lira borç versene..." dedi. Cin gibi gözleriyle onları tarayan Sakıp Ağa ne yapacaktı?
Ellerini cebine soktu ve...
İki cebinin astarını dışarı çıkararak:
- Ben de zilim İslam... demez mi!
Müthiş bir kahkaha patladı serviste... İslam hemen atıldı:
- Bak ağa... Ardından Zil Sakıp diye bağırırım ha!...dedi.
Sakıp Ağa kaçar mı:
- Bağırmazsan İslam değilsin!..
Peki sonra ne oldu?
Sakıp beyin ilerideki ziyaretlerinden birinde, Tercüman'ın bahçesinde İslam ardından bağırdı:
- Zil Sakıp!..
Yanındakiler şok oldu. Sakıp bey durdu, iki elini cebine soktu ve yine cep astarlarını dışarı çıkardı.
- Ha kardeşim zilim. (***)
İslam'ı herkes severdi. Sakıp bey de onun kalitesini bilir, hoşgörüyle aralarındaki bu "özgün şakanın" sürmesinden hoşlanırdı.
İslam kibar insandı. Kendine sahipti. Mayasında asalet vardı. Çok içerdi evet... Ama; bir büyük rakıdan sonra kalkar, aşçıyı, garsonu, komiyi öper ve "zarif servislerinden dolayı" teşekkür ederdi.
Arkadaşlık anlayışı lafta değildi. Aynen rahmetli müzisyen Orhan Avşar gibi "arkadaşlık ağır iştir kolay kaldırılmaz, herkesle arkadaş olunamaz, ahbap desek birbirimize" anlayışındaydı. Çapa'dan çocukluk arkadaşı Erdoğan Şenay en yakınıydı. Erdoğan da pırıltısı bol, dürüst bir halk çocuğudur. Ünlü Erşen Nakliyat'ın sahibi...
1970'li yılların Türkiye'sinde; terör, kan, toz dumanken Erdoğan'a çok baskı yapıldı. Kökü yurt dışındaki mafya, TIR'ları ile kaçakçılık yapması için yüklendi. Kabul etmedi, mafya tehdit etti, yine yılmadı. Kellesini koydu, namusundan vazgeçmedi. İslam'ın en yakın dostu, gerçek arkadaşı ancak Erdoğan Şenay gibi pürüzsüz bir insan olabilirdi. Hemen her gün beraberlerdi. Bir iki parmak viski ile akşamı Erdoğan'ın ofisinde açardı İslam...
UÇAN HOLLANDALI
İslam çok eski arkadaşım. Taaa 50'lerden... Birbirine yakın semtlerde büyüdük. Laleli'nin ilk otelinin kafesinde yeni oyun "okey"in masalarında buluştuk. Eşi Ayşe ise arkadaş grubumuzdandı. İstanbul Kız Lisesi'nin güzellerindendi.
İslam Çupi, masal kahramanları gibi günlük hayatın üstünde bir insandı. Çevresindekilerle beraber gözükür, kendi dünyasında yaşardı. Wagner'in Uçan Hollandalı'sı gibi, gizemli gemisiyle yelken açardı bilinmeyen denizlere ve onu kimse göremezdi. Uçan Hollandalı gibi sonunda yükseldi cennete...
Gökten bir parça kesti, kendine özgü.
Bahçeyi bu gök parçasına sardı,
Evi bahçeye sardı,
Ve mendile doldurdu tümünü.
Ve bir kutup tilkisi kadar yalnız,
Dünyanın yolunu tuttu / Soğuk / Sonu gelmez / Bir yağmurun altında. (****)
(*) Novomesky/Canberk (**) Basının Gücü, Walker/Şen, (***) Erdoğan Şenay'ın anısı, (****) Holup/Kayacan