Hamdullah Suphi, hem sanat tarihçisi, hem hatip, hem büyükelçi, hem de aşırı pozör bir politikacıydı. Özel sohbetlerinde dahi gayet süslü konuşurdu.
Bir gün bana, Gazi ve Halide Edip'le birlikte, bir Ankara evinde sabaha dek İnönü muharebelerinin sonucunu nasıl beklediklerini anlatmıştı:
- Hep birlikte susuyorduk... O güneş saçlı adamın yüzünden bazen kaygı bulutları geçiyordu... Halide Edip hanım, ayak ayak üstüne atmış, gayet gergin oturuyordu. Arada bir üst üste attığı ayaklarını değiştiriyor; sağ ayağının üstüne sol ayağını, sol ayağının üstüne sağ ayağını koyuyordu... Derken kapı vuruldu... İçeri karmakarışık bir yüzle yaver girdi. Ayaklarını kavuşturup askeri selamını verdi; bir telgraf uzattı Mustafa Kemal'e... O güneş saçlı adamın yüzüne, bir kasırganın yıldırımları düştü sanki... Hiç ağzını açmadan telgrafı bana uzattı. Telgrafta "Kaçıyoruz, İsmet" yazıyordu... Ben birden "olamaz" diye bağırdım. "Bir milletin talihi bir kağıt parçasının üstündeki bir tek kelimeyle değişip silinemez. Yüzlerce yılın içinden coşa taşa akıp gelen bir nehir, bir kağıt parçası üstündeki bir tek kelimeyle durdurulup yok edilemez..." Mustafa Kemal, fartı teessürle şuurumu kaybedip hezeyan haline geçtiğimi zannetmiş, öyle bakıyordu yüzüme. Halide Edip hanım, hiç ağzını açmadan, üst üste attığı ayaklarını değiştirmişti... Yine susmuştuk... Saatler geçiyor, Ankara fecrinin ilk alaca karanlığında, kavakların üstünden kargaların havalandığı görülüyordu.. Birden kapı tekrar vuruldu. Yaver bir saadet ışığı gibi girdi içeri. Ayaklarını kavuşturup askeri selamını verdi; yine bir telgraf uzattı Mustafa Kemal'e. O güneş saçlı adamın yüzünde ışıkların en güzeli yandı birden; telgrafı yine bana uzattı. Telgrafta "Yendik, İsmet" yazıyordu... O güneş saçlı adam, bu ak saçlı ağabeye dedi ki, "Madem bu zaferi önce siz tebşir eylediniz, öyleyse lütfen yan odaya geçip tebrik telgrafını da siz kaleme alınız." Mustafa Kemal imzasıyla Miralay İsmet Bey'e çekilen o ünlü tebrik telgrafını, bu ak saçlı ağabey yazdı işte... Mustafa Kemal, sadece "makus" kelimesini ilave etti telgrafa..
İsmet Paşa, cumhurbaşkanlığından muhalefet liderliğine düştükten sonra; eski Meclis binasının CHP'ye ayrılmış küçük grup odasında, İsmet Paşa'ya, İnönü muharebeleriyle ilgili o iki zıt telgrafı sormuştum.
İsmet Paşa, hemen sözümü kesmiş ve şöyle demişti:
- Bir muharebede galip mağlup yoktur. Kim daha geç kaçarsa, ona galip denir...
Bir seferinde de, yine aynı grup odasında İsmet Paşa'ya; "Ankara başkent olunca, bir anda yükselen arazi fiyatlarıyla, bir yığın insan bir anda zengin olmadı mı" diye sormuştum.
İsmet Paşa:
- Senden yana olanlara, sen de bir şey vermezsen; neden senden yana olsunlar ki...
Demişti.
İsmet Paşa, Gazi'den sonra cumhurbaşkanı olunca; vaktiyle Gazi'nin başbakanlığından ayrıldığında, kendisiyle birlikte istifa etmiş olan Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam'ı başbakan yapmıştı.
Dr. Refik Saydam da, verdiği ilk demeçlerden birinde şöyle demişti:
- Her işimiz A'dan Z'ye bozuktur..
Ben de, yine 1950'li yıllarda, aynı grup odasında İsmet Paşa'ya sormuştum:
- Peki, sonra neden düzeltemediniz, diye...
İsmet Paşa:
- Biz iktidara gelince 2. Dünya Savaşı çıktı. Savaş bittikten sonra da, iktidardan ayrıldık. Vakit bulamadık düzeltmeye...
Demişti.
Bazen aklıma takılıyor; acaba İsmet Paşa sağ olsa, Türkiye'nin saydamlaşmasına yardımcı olur muydu, diye..
Biliyorsunuz, şimdiye dek siyasetçilerle Hazine'den geçinmeliler arasında, Türkiye'nin saydamlaşmasına katkı yapan hemen hiç kimse çıkmadı... "Hamaset afyonlaması" ve "Türk'e Türk propagandası" yapıp durmakla, sütreleyip gittiler her türlü gizli talanı..
Neyse ki, küreselleşme süreciyle hızlanan evrensel saydamlık; Türkiye'yi de güngünden daha hızlı sarmalayacaktır...
Enseyi karartmayın...