Parti sadakati kalmadı
Türkiye'de çok partili demokrasiye geçilmesinden itibaren 80'li yıllara kadar siyasi parti sadakatinin yüksek olduğu görülür. Siyasi kriz ne olursa olsun merkez sağ ve merkez solun oyları hep "blok"tur. Önemli siyasi krizler, hatta o parti yönetiminin zaafları ya da yanlışları bile diğer tarafa önemli oranda oy kaçmasına yol açmaz...
12 Eylül 1980 askeri müdahalesi sadece partileri kapatmakla kalmadı, yerlerine "kendi ufku"na uygun sağ ve sol partiler yerleştirmeye çalıştı. Bu çabanın ne kadar temelsiz olduğu da 1983 seçimlerinde Turgut Özal'ın büyük başarısıyla kanıtlandı. Ancak Özal'ın seçim başarıları da sadece iki dönem sürebildi, 1991'de Demirel'in DYP'si tarafından geçildi.
Tepki tırmanıyor
Bugün siyasi tabloya, çeşitli kamuoyu araştırmalarına bakıldığı zaman en çok dikkati çeken durum yine "tepki"dir. Bütün partilere karşı bir tepkidir bu. ANAR'ın yaptığı son araştırmada kararsız olduğunu ya da hiçbir partiye oy vermeyeceğini söyleyenlerin toplam oranı yüzde 32.5'tir. Yani seçmenin üçte birinin "partisi" yoktur. Bu da bir açıdan "her yöne gidebilir" demektir.
Aynı araştırmada iki radikal partinin oylarının "blok" halinde durduğu da görülmektedir. HADEP yine 5.3, Büyük Birlik Partisi de yine 3.3 görünmektedir. MHP'nin içindeki gelişmeler, iç eleştiriler ve günlük politikalara tepkiler de BBP'ye bir oy yönelmesine dönüşmemektedir.
Diğer partiler de yüzde 11.3 (MHP) ile yüzde 7.7 (ANAP) arasında sıralanmaktadır. Böyle bir sıkışık tabloda, bu kadar yüksek bir kararsız ve tepkici seçmen oranıyla bu 6 siyasi parti arasındaki farklar hiç bir anlam taşımamaktadır.
Bugünkü koalisyon kurulmadan önce, 1999 Mayıs ayında Fazilet Partisi'nin yarattığı "Merve krizi" ertesinde yapılan bir kamuoyu araştırmasında DSP'nin oyu yüzde 32, MHP'nin oyu ise yüzde 31 çıkmıştı. Bu oranlar da o günlerin havasını yansıtıyordu.
İki yıl sonra ise "parti sadakati"nin yokolduğu bile söylenebilir.
Ara seçim korkusu
Karşısında Türkiye'yi kavrayan, gelişmeleri önceden sezinleyebilen, yeni ve yapıcı politikalar üreten temsilciler göremeyen seçmenin, "küslüğü" devam etmektedir.
Küslüğün genel bir yansıması da aynı araştırmadaki "güven" bölümüdür. Katılanlara "en çok güvendikleri kurumlara on üzerinden not vermesi" istenmiş ve ortaya şu sonuç çıkmıştır: Cumhurbaşkanlığı 7.3, Silahlı Kuvvetler 6.5, Polis 6, Yargı 4.7, İş dünyası 3.6, Medya 3.4, TBMM 3.2, Hükümet 3, Partiler 2.6.
Buradaki sıralama da küskünlüğün derecesini göstermektedir. Yargının da ortalamayı aştığını kabul edebiliriz, ama en altta yine partiler ve hükümet kalmaktadır.
Küskün vatandaş daha önce oy verdiği partiye karşı hiçbir "sadakat duygusu" taşımamakta ve o partiyi de diğerleriyle birlikte "en az güvenilir" ilan etmekte tereddüt etmemektedir.
Bütün partilerin en büyük korkusunun ara seçim zorunluluğu ihtimali olması bu nedenledir. Onlar da manzarayı görmekte, vatandaşın duygularını hissetmektedir.
Fazilet Partisi'nin kapatılma davasının ilerlemeye başlaması bu ihtimali güçlü biçimde gündeme getirmiştir. Böyle bir ortamda gidilecek olan seçimin herkes açısından daha yıpratıcı olacağına kuşku yoktur. Çünkü siyasi partilerin söyleyebilecekleri sözler iyice azalmıştır.
Vatandaş küskündür, partiler tedirgindir. Bu ilişki biçiminde iletişimin tekrar kurulması, özellikle bu yapıda iyice zorlaşmaktadır. Buradan çıkışın adı, yeni bir "siyasal yapılanma"dır, ama kimsenin de bu doğrultuda bir projesi yoktur.