Kendimi o anne-babanın yerine koymaya çalıştığımda allak bullak oluyorum. Düşünün, on aylıkken bir doktor hatası sonucu kaybettiğiniz bebeğiniz, yeni doğmuş bir bebek olarak yeniden ve capcanlı kucağınıza veriliyor. Zaman şeridini geriye doğru sarıp çocuğunuzun doğduğu güne dönüyorsunuz sanki... Size bir şans daha veriliyor. Bu defa, geçen sefer yaptığınız hiçbir hatayı yapmayacaksınız. O doktorun bebeğinizi öldürmesine asla izin vermeyeceksiniz. Herşeye sıfırdan başlayabilmek... Hepimiz, büyük ve geri dönülmez hatalarımızın ağırlığı altında kahrolurken böyle bir mucizeyi hayal etmez miyiz?
İşte şimdi bu mucizenin gerçek oluşuna tanık oluyoruz. ABD'de yaşayan bir Fransız biyokimyager, 10 aylıkken doktor hatasından ölen bir bebeği klonlamış. Klonlama için, bebek ölmeden önce yapılan rutin bir tahlilde alınan kan ve doku örnekleri kullanılmış. Önce gönüllü bir kadından bir yumurta alınıp yumurtanın genetik yapısı tamamen silinmiş, sonra çocuğun hücresinin çekirdeği izole edilip genetik olarak içi boşaltılmış olan yumurtaya nakledilmiş. Böylece döllenme gerçekleşmiş. Döllenen yumurta da bir taşıyıcı annenin karnına yerleştirilmiş. Şimdi bu bebeğin 2001'in sonunda doğması bekleniyor.
Peki bu bebek, o bebek mi? Hem evet hem hayır... Fizyolojik olarak ölen bebeğin mükemmel bir kopyası yeniden doğuyor. Ama yeni bebek, eski bebeğin yaşadığı on aylık tarihin, on aylık hayat deneyiminin hiç bir izini taşımıyor.
Bu kadar erken beklemiyorduk
Koyun klonlama deneyinin ardından insan klonlamaya geçileceğini biliyorduk ama sanırım kimse bunun bu kadar çabuk gerçekleşeceğini tahmin etmiyordu.
Şimdi bu mucizevi deneyin bizleri karşı karşıya bıraktığı binlerce imkan ve binlerce sorunla yüz yüzeyiz. Sorunları tartışmak, duygularımızı ve ahlakımızı bilimin gerçekleştirdiği bu büyük devrimle uygun adım hale getirmek için bol bol vaktimiz var. Ama önce, bu büyük devrimin önümüze serdiği imkanları hayal edelim ve sevinelim.
Örneğin şimdi kazık kadar olmuş oğlumuzun ya da kızımızın, o çok özlediğimiz bebeklik günlerine geri dönebildiğimizi hayal edelim. Onun yeniden kundağa girip göğsümüze yaslandığını, yıllardır burnumuzda tüten o süt kokusunu yeniden duyduğumuzu... Ya da, kendimizi klonladığımızı düşünelim. Öz be öz kendimizin, minicik bir bebek olup kucağımızdan bize gülüçükler yolladığını hayal edelim. Onun minicik ayaklarına, ellerine, ağız kenarındaki muzip kıvrıma baktıkça kendimizi görmüş gibi olmanın, aynı mimikleri aynı jestleri izlemenin yarattığı duygu karmaşasını düşünebiliyor musunuz? Annemizin bize anlatıp durduğu o veledi şimdi karşımızda bulmanın, onun ağır ağır büyüyüşünü izlemenin nasıl birşey olacağını hayal edebiliyor musunuz? Hatta daha da ileri gidip, karı-koca birer kopyamızı çıkarıp kendi çocukluğumuzun kendi gözlerimizin önünde, kendi evimizde bir kez daha yaşanışına tanık olduğumuzu düşünelim.
Kendi kopyalarımıza anne-babalık yapmak, onlar büyürken yaşlanmak, ölürken geride bir kopya bırakmak nasıl bir duygudur acaba?
Geçenlerde kaybettiğiniz babanız ya da annenizin taptaze bir vücutla yeniden dirilip karşınıza dikilmesi ne garip olur kimbilir...