kapat

04.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Eski bir öykü...
Genç bir adamla tanıştım birkaç zaman önce... Tanışıp hemen dost olduk, oturup saatlerce dertleştik.

Bu ülkede, bu topraklarda doğmuş ama yıllar önce "Yeni Dünya"ya göç etmiş ve orada kendine "yeni bir dünya" kurmuş genç bir müzisyen.

Şöhretle, parayla pek ilgisi olmamasına rağmen müthiş yaratıcılığı ve yeteneği nedeniyle dünyaca ünlü müzisyenlerin (Al di Meola, Mark Johnson, Jiff Baker, Miles Davis, Joe Zawinui) birlikte çalışmak için New York'taki evinin kapısını aşındırdığı, alçakgönüllü ve her daim "kendisi olmaya" çalışmış, yetmişe yakın plağa imza atmış bir Ademoğlu.

Ülkesindeyse, bir süre öncesine kadar meslektaşları dışında pek kimsenin adını bilmediği bir Anadolu insanı. Sezen'in "Işık Doğudan Yükselir" albümünde de iki bestesiyle yer almış, diğerlerine de katkıda bulunmuştu. Hatta, dikkatli bakanlar, yine Sezen'in bir başka albümünde seslendirdiği "Hadi Gülümse" şarkısının, Arto'nun bestesi olduğunu gördü.

KIRIK BİR GENÇ ADAM
Aslında, 1970'li yılların başından itibaren Grup Metronom ve Onno Tunç ekiplerinde vurmalı sazlardaki becerisiyle, 80'li yıllardan sonraysa, pek çok bestesiyle, zaten Türkiye'deki müzik otoritelerinin şapka çıkardığı bir müzik adamıydı Arto Tunç. Ama yaşamı boyunca şöhretle ilgilenmedi ve "sade vatandaşlığı" tercih etti.

İşte, böyle bir adamla tanıştım birkaç zaman önce.

Arnavutköy'de, bir evde buluşup çaylar, kahveler içtik. "Asil Gardaşım Onno" dediği ağabeyinin, ölümüne kadar oturduğu bir evdi burası. Birbirinden ilginç ezgiler dinletti misafirine Arto, ayrıca, önümüzdeki günlerde Amerika'da yayınlanacak olan ve tamamı kendi bestelerinden oluşan albümünü...

Arto, Türkiye'ye geldiğinde hep bu evde yatıyor, kalkıyor, çalışıyor, kendini soluyor ve Onno'nun çocuklarına amcalık yapıyor. İşte, öyle günlerden biri daha... Hangi meslekten olursa olsun, insanlarla tanışmayı, onlara, yüreğindeki coşkuyu ya da sıkıntıyı anlatmayı daha çok seviyor belli ki.

Daha sohbetin ikinci dakikasında bana "gardaş" demeye başlıyor, ben de ona "Arto Gardaşım" diye sesleniyorum.

Anadolu'da doğmuş, bu topraklara sevgisi hiç bitmemiş ama yüreği kimi "ilgili ve yetkiliye" kırık, bir genç adam portresi çıkıyor ortaya.

Mesela, işte "kırık bir askerlik" hikayesi...

Yüzlerce plak için (Orhan Gencebay, Mine Koşan) enstrüman çaldıktan sonra Arto Tunçboyacı'yı askere alırlar. Acemilik aylarında kendisine "etnik" kökeninden dolayı tuhaf tuhaf bakan birkaç kem göz vardır ama çok iyi insanlar da... Ardından dağıtım başlar, her müzisyen gibi Bando Okulu ya da Ordu orkestralarında görev almayı beklerken bir gerçeği görür. "Gayrımüslimlere orkestraya girme izni yok!" Canı sıkılır tabii.

ADIN ARİF OLSUN!
Kışlanın birinde disipline uymayı sürdürürken bir binbaşı çıkar karşısına ve adını sorar; "Adım Arto komutanım" der...Binbaşı, "Ordu Komutanı böyle isimleri sevmez, o yüzden senin adın Arif olacak!" diye bir emir buyurur.

"Komutanım, babamın koyduğu bir adı nasıl değiştirebilirim!" deyince dayağı yer binbaşıdan. Yedi ay boyunca aralıklarla dayak yemeye devam eder.

Hele bir başka zaman, bir astsubay, "Ben sizin gibilere ne yapacağımı bilirim!" deyince buna çok içerler hapsi göze alarak, "Kim bizim gibiler, kime ne yaptım ben, Allah'ın yanında otururken elime dürbün vermediler ki hangi milletten olayım" diye bağırmaya ve bir yandan da ağlamaya başlar.

Ancak gözyaşlarına tanık olan bir doktor yüzbaşı sakinleştirir onu. "Dünyanın en iyi adamlarından biri" dediği bu doktor yüzbaşı ve daha pek çok iyi yürekli komutan, Arto'yu teselli eder.

Askerliğin geri kalan günlerinde benzeri birkaç üzüntü daha yaşar ama teskeresini alıp İstanbul'a döner. Bir gün, sırtına bohçasını alıp çekip gider, "sadece saygı görmeyi öğrendim" dediği Amerika'ya yerleşir. Ama kendini hep Anadolulu hissederek.

Bu arada geçinmek için "sokak çalgıcılığı" da yapar... Geçimini sağlarken, keşfedilir. Bazı ustalar, "Bana çalar mısın?" diye teklif eder, bir başkası, bir başkasına tavsiye eder ve ünü dünyaya taşmış şarkıcılarla çalışmaya başlar. Artık, Amerika'da hatırı sayılır bir müzisyendir Arto.

Bu arada Amerika'da çıktığı bir turne sırasında, yarı Kolombiyalı, yarı Yunanlı bir hayat arkadaşı seçer kendine. Çocukları olur, kızına annesi Valentin'in, oğluna da babası Feto'nun adını koyar...

Ama 70'i aşkın plağa sığan, yüreğine sızan müziğin merkezinin yani anasının, Anadolu olduğunu söylüyor ve küçük bir gönderme daha yapıyor gardaşına;

"Ben Anadolu kökenliyim, müziğim, aletlerim de bu topraklardan ama ne yazık ki o hayatı da çok görmeye çalışıyorlar. Ben Aşık Veysel'lerin, Aşık Nesimi'lerin torunu hissediyorum kendimi. Şimdi kavgalar, çatışmalar beni çok ürkütüyor, bir kavga yapılacaksa, temiz hava ve su için kavga yapalım, pencereyi açtığın zaman hava ve hayat temiz değilse Ermeni de, Alman da, Rum da, Arap da, Türk de olsan zehirlenirsin. Mesela, ben küçükken Noel'de, Gedikpaşa'da, Türk, Rum, Ermeni çocukları şarkı söyler ellerimizdeki fenerlerle bayramı yaşardık, Ramazan Bayramı'nda da devam ederdik. Çok güzel günlerdi. Bir kültürü öldürmekle kim ne kazanır ki?"

"Hiç kimse kazanmaz Arto gardaş, haklısın!" diyor ve elini sıkıyorum.

Zaten sohbet bitmek zorunda, Arto'yu stüdyoda bekleyenler var. Ayrılırken "Hoşça kal Arif" diyorum. Şaşırıyor, "Sen de hoşça kal Ohannes!" diye cevap verip, muzipçe gülümsüyor!

***

Evet. "zaman tüneli"nden bulup çıkardığım "Bir Anadolu Müzisyeni" başlıklı yazım böyleydi..

Neden ve yeniden sütunları işgal ettiğine gelince.. Kaç zamandır, Fransa'nın aldığı "politik" kararla yatıp kalkıyoruz, tepkilerimizi gösteriyoruz.

Ayrıca açıklamalara bakılacak olursa bu karar Ermenistan, Anadolu ve de İstanbul'da yaşayan Ermeniler'i de mutlu etmişe benzemiyor... Açıkçası "sokaktaki adam"ın umurunda değil..

"Aptalca bir karar" deyip geçebiliriz kısacası... Ama şu çok net.

"Ermeni sorunu"nun tartışıldığı her dönemde, İstanbul ve Anadolu'daki Ermeni kökenli dostlarımızın kalbi çok acıyor. Başlık ve haberlerdeki üsluba dikkat edilmediği, bu ülkenin yurttaşı oldukları unutulduğu için...

İş bu yazı "biraz dikkat" niyetinedir yani... Adrese ulaşırsa ne ala!

İnsanoğlu "kuş" misali!

Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bildiğimden, hiçbir şey şaşırtmıyor beni...Hayatın her alanında, dağda, bayırda, havada, karada, Ankara'da, yanıbaşımızda...

Tam 11 yıl olmuş...
Önce "Bir insan, bir hayat" diyerek karşınıza çıkmışım...

Her hafta hiç aksatmadan yıllarca sürüp gitmiş Sabah'ın eki Star'daki yolculuk, derken, ana sayfalara taşınmış ve adı "İnsana yolculuk" olmuş...

Birkaç yıl sonra, yeni bir "Pazar eki" hazırlanırken buyur etmişler oraya ve "Hayatın İçinden" yazılar kaleme almaya başlamışım.. Her hafta hiç aksatmadan...

Fazla bir zaman geçmeden yeniden ana sayfalarda, aynı ad ve "tad"la birşeyler karalamışım... Ve bu "bir şeyler"de atlanmayan tek şey, "insan" olmuş...

Bir avuç insan, bir yumak insan, bir yudum insan... Aynı günlerde o "insan"lar ekrana çıkmaya başlayınca, "Hayatın İçinden" satırlar da devam etmiş ana sayfalarda.. Her hafta hiç aksatmadan...

Kısacası, "İnsana yolculuk"la benim yolculuğum birbirine çok benziyor, yani insanoğlu kuş misali!...

Bu hafta bir "sürpriz" daha yapıyoruz...

"Sabah Pazar Apartmanı"na bir kiracı daha geldi! Ev sahibi "buyur" dedi, buyurduk... Evin "dekorunu, kitaplığını, rengini, kokusunu" değiştirmemeye çalışacağım. Hayattan, "hayatın içinden" ve "insan"dan kopmak yok... Yazı yazıdır, istenirse her zaman ve her mekanda okunur, okutulur... Tebdili mekan eyliyorum sadece... Ferahlık niyetine!


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır