Çocuk yerine konan kadınlar
Meğer kadınlarımız çocukmuş...
Televizyonlarda gündüzleri kadın izleyicileri hedef alan programları izliyorsanız, biraz dışardan baktığınızda siz de farkedeceksiniz...
Kadınlara ya "çocuk muamelesi" yapılıyor ya da gerçekten "çocuk" bu kadınlar!
Sunucuların halleri ve onlara "alo diyen" kadın izleyiciler arasında bir tür "çocuk oyunu" var...
Kim akıl etmiş; kim doğrusunun bu olduğunu söylemiş ve kabul ettirmiş, bilmiyorum.
Ama yıllardır bu programların büyük bölümünde karşılıklı şımarılıyor...
Sabahları iyi sunucu, "en iyi şımaran ve şımartan" anlamına geliyor galiba!
Öğlenleri ve öğleden sonra ise iyi sunucu "en hanımefendi şımaran" demek...
Oysa bazılarını tanıyorum; gündelik hayatlarında böyle konuşmuyor, böyle uyduruk şeylere gülmüyor; her işittiklerine "Ay! Canııımm!" diye tepki göstermiyorlar!
Garip bir durum yani...
Eğlenmek ve eğlendirici olmak ille de bu mu? Sanmam.
Ciddiyete gelince... O hepten yanlış anlaşılmış: Sanki "kırk mevlidi"ne davetliyiz!
Kendilerini en "olgun;" en "tecrübeli" hissettikleri ve böyle hissetmekte haklı oldukları; yemek pişirmek, temizlik yapmak gibi konularda bile ev kadınlarına "cici çocuk olun bakiim!" tavrı takınılması ayrıca ilginç.
Telefon bağlantıları da bir alem!
Kadın izleyici ne diyorsa desin, stüdyodakilerin tepkisi belli: "Ah, ne güzel!"
"İki çocuğum var."
"Ne güzel!.."
"Dört çocuğum var."
"Ah, ne güzeel!.."
"Altı çocuğum var!.."
"Ayyy, ne güzeeeel!"
Şuraya da dikkat edin ki, birkaç basmakalıp söz dışında kamu karşısında gerçekten dişe dokunur laf etmek isteyen kadın izleyicilere "Büyümüş de küçülmüş" çocuklar gibi yaklaşılıyor...
Araya tatlı azarlamalar giriyor: "Aaa, hiç olur mu!"
***
İnsan kuşkulanıyor.
Ciddi bir paranoyaya kapılıyor insan ve içinde şu sorular büyüyor:
Erkekler, kadınların önünü kesmek, hayata doğrudan katılmalarını önlemek için böyle yeni bir strateji mi geliştirdi?
Yoksa kadınlar bu stratejiyi erkeklere karşı bir savunma hattı olarak mı seçtiler?..
Bu, medya yoluyla kadınları "çocuklaşma/çocuklaştırma operasyonu" mu?
Yoksa daha fazla hırpalanmamak için "çocukluğa" mı kaçıyor kadınlar?
Bu soruların yanıtlarını merak ediyorum.
SEYREDERKEN
Mükremin olmuş "Deli Emin""
Bu köşeyi takip edenler hatırlayacak; yakınlarda "son zamanların sevilen, tutulan yerli filmler televizyon kanallarımızdaki dünyayı karanlık sinema salonlarına taşıyor. Sanki ekran karşısında yarım kalan heyecan bu filmler yoluyla beyazperdede devam ediyor" diye yazmıştım.
Vizontele'yi seyrettim.
Filmden önce şöyle geçiriyordum aklımdan: Yılmaz Erdoğan var; Demet Akbağ var; hele hele Cem Yılmaz var. Al işte sana; "beyazperdede televizyon" filmlerine bir örnek daha!
Hayır! Öyle değilmiş.
Senaryoyu yazan, yönetimi paylaşan, "Deli Emin" rolünü üstlenen Yılmaz Erdoğan, seyircisiyle televizyondan gelen tanışıklığının avantajlarına sırtını dayamamış...
Kolayından sinema piyasasından pay kapma peşine düşmemiş.
Öykü dünyasıyla ve anlatımıyla tam bir sinema filmi yapmanın peşine düşmüş. "Amarcord" gibi insan öyküleri anlatmak istemiş; "Cinema Paradiso" gibi kendi geçmişine bakmak istemiş.
Olmuş olmamış, orası başka!
Ama Erdoğan'ın bu tavrı yerli sinema için başlı başına "iç açıcı" bir tavır.
(Yeri gelmişken, halen vizyondaki Balalayka'nın da evrensel bir sinema diline yaslandığını; bu yönüyle önemsenmesi gerektiğini belirteyim.)
Şimdi bu satırları yazarken Vizontele'den bir sahne hâlâ gözümün önünde...
Belediye Reisi'nin karısı televizyon aygıtını kurcalayan kocasına bakıp soruyor: "Ne işe yarıyor bu?"
Kocası "Vizonteledir hanım" diyor; "dünyayı evimize getirecek."
Kadının tepkisi müthiş:
"Sebep?.."
Cipleri kim almış?
Milli Takım futbolcularına ödül olarak verilen ciplerin parasını kim verdi?
Federasyon Asbaşkanı "Biz bilmiyoruz" dedi...
Zaten daha önce Federasyon, bakanlığa gönderdiği yazıda "bilgisi olmadığını" belirtmişti. Konu yine gündeme gelince sponsorlar "bizim ilgimiz yok!" açıklaması yaptı.
Ve yine ortalığı toz duman kapladı.
Geçen gün gazeteci dostumuz Halil İbrahim Ekiz uyardı beni: "Biz zamanında Fatih Uraz'la birlikte Federasyon Başkanı Ulusoy'la görüşmüştük. Orada cipleri kendisinin verdiğini açıkladı."
Baktım ve gördüm ki...
Gerçekten de Zaman Gazetesinde 10 Aralık günü çıkan röportajda Haluk Ulusoy şöyle diyor:
"Bulduğumuz sponsorlar basının korkusundan çekildi. Biz de söz verdiğimiz için sözümüzde durduk ve cipleri cebimizden verdik. Daha fazlasını hak ediyorlar. Yapılan reklamın, ülkeye kazandırılan itibarın da karşılığı değil mi verilen bu paralar?