|
İPEK CEM(ipekcem@sabah.com.tr
)
|
Pusula
Türkiye özellikle son birkaç aydır pusulasını kaybetmiş ve rotasından sapmış bir gemi misali oradan oraya sürükleniyor. Kaptan köşkü ile gemiciler arasında koordinasyon eksikliği yaşandığı gibi, geminin yöneticileri ile yolcular arasında da müthiş bir iletişim eksikliği var. Üstüne üstelik hava şartları ve denizin durumu da hiç müsait değil; dalgalar ve rüzgar görüş alanını iyice daraltmış durumda.
Gurur duymak isteyene hüsran
Bir insan yaşadığı ülkeden, yönetim biçiminden, yaşam şartlarından gurur duymak ister. Oysa çok eleştirdiğimiz televole kültürünün aslında hayat tarzımız olmaya başladığının farkında mısınız? Bu toplumun kahramanları, ancak Barış Manço'da veya Gaffar Okkan'da olduğu gibi, ölümleri sonrasında baştacı ediliyor. Hayatta oldukları süre zarfında ise, 'sesi çıkan ancak söyleyecek çok fazla birşeyi olmayan' birtakım şahsiyetlerin gölgesinde kalıyorlar.
Bir ülke düşünün ki, milletin temsil edildiği ve maaşların vatandaşın vergisiyle ödendiği parlementosunda kabadayılık alışılmış bir davranış biçimi haline gelsin. Bir ülke düşünün ki, yolsuzluklar, bazı bürokrat ve politikacılarının hayat tarzı olarak benimsenmiş olsun. Yine bir ülke düşünün ki, en birlikte ve en güçlü olması gereken zamanlarda, zaaflarının ve taktik hatalarının kurbanı olsun. Bölgesinde ve dünyada onu güçlü kılabilecek otorite ve niyet birlikteliğini ıskalamaya devam etsin. Birkaç kurum ve bireyin çabasıyla yapılan iyi girişimleri bile en az o sayıda kişinin baltalamasına izin verilsin.
Bilgi ve saydamlık nerede?
Çok defa yazıldı, bir o kadar da söylendi. Öncelikle olaylara bilgi eksiğiyle yaklaştığımız müddetçe doğru kararlar almamız mümkün değil. Duygusallık veya sansasyondan hareketle yapılan politikalar, bu mantıkla hazırlanan yorumlar kamuoyunu yanlış yönlendiriyor. IMF programından özelleştirmeye, yolsuzluk operasyonlarından hükümet içi ilişkilere kadar sürekli 'vurucu haber' takibindeyiz. Ancak bazen de haberlerin yalnız vurucu tarafına değinip, gerçek anlamını ve sonucunu değerlendiremiyebiliyoruz.
Bilgi ve araştırmayı ön plana çıkarmamanın yanı sıra, ikinci eksikliğimiz de şeffaflıktan adeta bir hastalıktan kaçarcasına uzak durmamız. Kişilerin temsil gücüyle biraraya gelen Meclis'te bile, bireylerin özerk görüş ve katkıları adeta sıfırlanıyor. En can alıcı konulardaki kararlar, yalnızca parti liderlerince verilince, bu yaklaşım daha çok bir demokrasi provası görünümünü alıyor. Saydamlık ise, iflah olmaz demokrasi romantiklerinin kullandığı güzel bir kelime olmaktan öteye geçmiyor. Devletin kararlarının hem süreç hem de sonuç itibariyle saydam olmadığı ülkelerde, arzulanan ekonomik ve siyasi gelişmeyi sağlamak adeta imkânsız.
Bütün bu olaylar yaşanırken, yasama, yargı ve yürütme kendi üstlerine vazife olmayan konulara el atıyor. Yürütme hukuk, hukuk ve yargı ise politika şapkasını giyiyor. Böylelikle, görev dağılımı ve bağımsızlık ilkesi de ihlal edilmiş oluyor. Bu yanlış tanımlamalar da haber olmanın ötesinde pek fazla engellenemiyor.
Aslında olaylara yaklaşımımızı değiştiremediğimiz müddetçe, birçok yara iyileşmek yerine kangren oluyor. Sorunları her düzeyde açıklıkla tartışamadıkça; suçluları cezalandırıp, katkı sağlayanları ödüllendirmedikçe, Türkiye'nin bu kısır döngüden çıkması zor. Bu yalnız politikacıların değil hepimizin ortak problemi. Bir an önce rotamızı netleştirip pusulamızı bulsak hiç fena olmayacak.
|
|
Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|