kapat

29.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Nokia
HAŞMET BABAOĞLU(hbabaoglu@sabah.com.tr )


Biraz tartışalım da alkış alalım!

"Çok iyi tartışırım... İsterseniz arkadaşlarıma sorun! Bir görüşü benden iyi savunanı bulamazsınız. Hangi konuda olursa olsun tartışmayı kazanır; karşıt görüştekileri mat ederim! Bunu en iyi nerden anlarsınız biliyor musunuz? Dostlarım bana içten bir saygı gösterir ama toplantılarına çağırmazlar..."

Sahnedeki komedyen bunları söylerken salondakiler gülmekten yerlere yatıyordu.

Eh, komik tabii!

Ve biraz da acıklı!

Çünkü adam dışardan nasıl algılandığının farkında değil...

Karşısındakilerin "susalım da şu hiç haketmediğimiz cehennem azabı bitsin!" diye susmayı tercih ettiklerini farkedip anlayacak halde değil...

Birlikte düşünmek için tartışmıyor çünkü...

Ötekileri yere sermek için tartışıyor çünkü...

Bu komik ve acıklı tipleme televizyondaki tartışma programları nitelik değiştirmeye başladığından beri aklımdan çıkmıyor.

Daha önce TRT'nin seçkin programcılarıyla başlayan Siyaset Meydanı'yla özgün bir marka haline gelen tartışma programları bugünlerde değişti ve bir tribün ortamına dönüştü.

Çok sert bir şut direkte patlıyor... Alkışlar!

Şık bir çalım... Hiçbir işe yaramıyor; takıma hiçbir katkısı yok ama çok şık... Alkışlar!

Bu yüzden bilgiye, görgüye, kültüre ve düşünmeye oynayanların sayısı azalıyor, "tribüne oynayanların" sayısı çoğalıyor.

Alkış güzel şey çünkü...

Alkış beğenilmeyi belgeliyor.

Haklılık ve doğru mu?

Bunlar başka şeylerdir. Sükunet isterler...

Çok sonra sessizce kapınızı çalabilir haklılık. Bunun ise televizyon çağında pek bir gücü yok!

Alkışçıların durumu da ayrıca tartışılmaya değer!

Bir o programda, bir bu programda bazıları...

Bana öyle geliyor ki, konuşulanları değerlendirmek için bulunmuyorlar orada. Görevleri programı renklendirmek.

Yeni tip tartışma programlarını sunucuları açısından eleştirmeye kalkanlar bence yanlış yere bakıyor!

Sunucular (tartışma yöneticileri) bu programların en iyileri bence...

Fatih Altaylı hem kesin biçimde kararlı bir sunucu hem de sevimli olmayı beceriyor. Zordur bu!

Reha Muhtar kendi doğrusunu sahneye koyuyor ve bunu yaparken de gerçeği itiraf ediyor: "Bu programda tartışılmaz, fırça atılır" diyor sanki! Sanki "fikriniz varmış gibi beni kandırmaya kalkmayın, kardeşim!" diyor programına katılanlarına...

Tuhaflık nerede?

Tuhaflık sadece bizde...

Ekran karşısındakilerde yani...

Biz hâlâ orada "Türkiye'nin konuştuğu"nu sanıyoruz saf saf...

Biz dışarda sessizliğin uğultusunun gitgide arttığını unutup stüdyolardaki gürültüyü ciddiye alıyoruz...

Biz hiç düşünmüyor, hiç öğrenmiyor ama tartıştığımızı sanıyoruz...

Kendi kendimize tek bir soru bile sormadan yaşıyor; ama iş lafla dövüşmeye gelince bülbül kesiliyoruz. Ve bunu da tartışma sanıyoruz!

Tuhaflık bu işte!

Dinlerken
Şöyle bir şarkı düşünebiliyor musunuz? "Sana ruhunu ısıtacak bir çorba pişirmek istiyorum" diyor kısık, buğulu sesli kadın...

"Ama birşeyi değiştirmeyecek bu; artık hiçbir şey değişemez."

Sonra akustik gitarlar hızlı ve sarsak ritimlerini sürdürürken kadının kendi kendine söylendiğini işitiyoruz:

"Yapılacak çok işim var, sürdürmek zorunda olduğum işler..."

İyice kısıyor sesini ve soruyor:

"Acaba bu keder bir gün yakamı bırakacak mı?"

Sade'nin yeni albümü Lovers Rock'un en güzel parçalarından biri olan "King Of Sorrow"dan söz ediyorum.

Yeri gelmişken belirteyim: Bizim pop şarkılarımızda böyle gündelik sevinç ve hüzünlerden kalkan sözlerin var olmasını yıllardır beklerim. Son yıllarda çok iyi şarkı sözleri yazılıyor ama hep "büyük" ifadeler, hep "ağdalı" söyleyişler...

"Çorba pişirmek"ten söz eden; "herkesin derdi bana gözyaşı döktürüyor" diyecek kadar "kadınca" ve "olağan" olmaktan şiir çıkartan; "Dün gece öldüm ben fakat bugün yapmak zorunda olduğum işlerim var" diyen şarkılara rastlayamadım. Belki ben rastlamadım...

Neyse, yeniden Sade'ye döneyim.

Sade benim şarkıcım değil. Müzik tarzı benim sevdiğim tarz değil. 80'lerin "Yuppie" kültürünün çok tutulan şarkıcısıydı. Arka arkaya albümler yaptı ve 1992'de "Love Deluxe" albümünden sonra ortadan kayboldu.

Yeni albümünü sevdim Helen Folsade Adu'nun; yani kısaca Sade'nin...

Bu müziği hiç sevmeyenler bile "King Of Sorrow" şarkısını bir kez olsun dinlemeli. Bir de "Somebody Already Broke My Heart" adlı şarkıyı.

Orada da diyor ki; "Kalbimi zaten biri kırdı benim/İlle de birimizin kaybetmesi gerekiyorsa oynamak istemiyorum/Kalbimi zaten biri kırdı benim/Hayır, hayır... Oraya tekrar dönmek istemiyorum. "

Aşk yorgunluğunu bu kadar güzel dile getiren şarkılar az bulunur!

Ayna
Koşullar hayatın bize indirdiği kırbaç darbeleridir. Bazılarımız bu darbeleri çıplak omuzlarında hissetmek zorunda kalırken, diğerlerine paltolarını giyme izni veriliyor. İşte bütün fark burada.

OSCAR WILDE

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır