Postmodern Anayasa Mahkemesi
Türk siyasetinin anayasa algılaması daima hayret verici olmuştur. Bu üslup hâlâ devam ediyor:
Birinci örnek: Demokrasiye girdikten çok kısa süre sonra, kanunların anayasaya uygunluğunu tartışmaya başladık. Anayasa ihlalini demokratik cesaret sanıyorduk. Bu ihlal, ihtilal getirdi. Anayasa Mahkemesi, hukukumuza ve siyasetimize bu darbeyle girdi. Bugün Anayasa Mahkemesi'nde yargıç olanlar, o günlerde ortaokul öğrencileriydiler.
***
İkinci örnek: 1961 Anayasası, evrensel değerler açısından en liberal ve demokrat anayasadır. Eski Demokratlar ile Adalet Partililer Anayasa'nın reddi için çalıştılar. Yüzde 60 oranında kabul oyu çıktı. Referanduma iştirak, yüzde 70 düzeyindeydi. Demek ki, seçmenlerin yarısından fazlası bu demokrat Anayasa'yı reddetmişti. Hatta 12 ilde, Anayasa'ya toptan karşı çıkılmıştı.
Bu gün o Anayasa'nın demokrasi ve özgürlüklerini mumla arıyoruz.
***
Üçüncü örnek: 1982 Anayasası, evrensel değerler açısından en antidemokratik anayasadır; ama yüzde 92 oranında kabul edilmiştir. En fazla şikayet ettiğimiz anayasa budur. Değiştire değiştire yamalı bohçaya döndürdük; fakat, toptan değiştirmeye ceserat edemedik. Dolayısıyla antidemokratik niteliği hâlâ sürüp gitmektedir.
Bu anayasalar, ihtilallerin tercihleriydi. Ama en demokratından (1961), en az demokratına (1982) kadar bütün anayasaların tartışmasız kabul ettiği bir gerçek vardı: Laik Cumhuriyetin korunması...
***
Bir önemli gerçeği saptayalım: Şu dokunulmazlık zırhı kaldırılmadıkça, hükümetin veya Meclis'in getireceği en haklı ve mantıklı Anayasa değişikliğini bile kamuoyu benimsemeyecektir. Önce dokunulmazlık zırhını kaldıralım; niyetimizin iyi, cesaretimizin samimi olduğunu gösterelim; bakın o zaman anayasa değişiklikleri nasıl kabul ve itibar görecektir.
***
1961 Anayasası'nın 153. ve 1982 Anayasası'nın 174. maddesi kelimesi kelimesine aynıdır (Pardon, "devrim" sözcüğünü "inkılap" ile değiştirmiştir) Madde başlığı "Devrim kanunlarının korunması"dır.
Devrim kanunlarının amacı da "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve cumhuriyetin laik niteliğini korumak"tır.
Anayasaya göre laik cumhuriyetin korunması başta parlamento olmak üzere bütün anayasal kurumların görev ve sorumluluğundadır.
Anayasa Mahkemesi Başkanı, bu niteliğin korunması için başbakanı ziyaret etmiştir. Bazı kararlarda nitelikli çoğunluk aranmasının cumhuriyetin laik niteliğinin korunmasında sorunlar yaratabileceğini belirtmiştir. Sözleri bir uyarıdır. İstifa tehdidi gerçek dışıdır.
Nitekim, Ecevit, Anayasa Mahkemesi'nin hükümeti ve kamuoyunu uyardığını ve aydınlattığını söylemiştir. Tasarının gözden geçirileceğini ve uzlaşmaya varılacağını belirtmiştir.
Hükümet bu uyarıyı doğal karşılıyor. Doğal karşılamayan sadece Fazilet Partisi'dir.
***
Bu açıklamadaki kavram "kamuoyu" sözcüğüdür. Ecevit, Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın uyarısını uygun bulduğunu kamuoyuna açıklayarak mahkemenin kamuoyunu muhatap alacağı herhangi bir davranışı da başlangıçta önlemek istemiştir.
Buraya kadar olanlarda yadırganacak nokta yok. Ancak, Anayasa Mahkemesi'nin, başbakanın yaptığı açıklamayı hiç dikkate almayarak ve inandırıcı olmadığını ima ederek bir bildiri yayınlaması hoş olmamıştır.
Hatta son günlerin moda deyimi ile fazlaca "post-modern" davranmıştır.
Eğer hükümet, Anayasayı ve Anayasa Mahkemesi'ni ayak bağı görürse, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti ve demokrasi bir hayaldir.
Eğer Anayasa Mahkemesi, hükümeti, anayasal erklerin bağımsızlığında kurnaz ve tertipçi görüp, sözüne inanmayarak kamuoyuna şikayet ederse, adaleti gölgeler. Çünkü Anayasa Mahkemesi, Anayasa karşısında bile bağımsız kurumdur. Ama adalet ahlakı, anayasal erklerin erdem ve eylem ayrıcalığına izin vermez. Anayasal erkler bu ahlak anlayışı ile davranırlarsa, ne kimseyle çatışırlar, ne de boşlukta kalırlar...
Unutmayalım ki, adalet ahlakı bir başka eylem ayrıcalığını da himaye etmez. Dokunulmazlık zırhını kaldırmadan, halka "beş artı beş" dayatmasını anlatmak mümkün olmaz.
Dayatmak isteyen çıkmaz mı? Çıkar... O zaman da inandırıcı olmaz...