kapat

21.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Ey halkım, beni affet!
İkinci Bahar'la ilgili asıl asap bozucu olan "mahalle hayatını geri istiyoruz" tarzı yazılardı ki, tümünü sahtekarca buluyorum

İkinci Bahar dizisini sevmemek ne demek biliyor musunuz? Yalnızlığa mahkum olmak demek. Nasıl ki bu memlekette çocuk sevmemek, ya da Sezen Aksu'yu sevmemek gibi bir şey mümkün değilse, İkinci Bahar'ı sevmemek de öyle bir şey. Bu üçlüden herhangi birini sevmediğinizi söylediğiniz zaman etrafınızdakiler hiç tereddüt etmeden size kötü, duygusuz, gaddar ve habis sıfatını takıyor ve mümkünse sizi tecrit ediyorlar. Üçünü de sevmediğini söyleyen zaten linç ediliyor.

Dizi bittiği için gerçekten rahatlamış durumdayım. İkinci Bahar konuşmaları benim içime fenalıklar getirdi. Sevgimiz en az nefretimiz kadar boğucu olduğu için, aksi yönde bir görüş, farkındaysanız, söylenmeye cüret bile edilmedi.

Ben, diziyi, diğer mahalle konulu dizilerden hiç farklı bulmuyordum. Süper Babalar, Mahallenin Muhtarları gibi diziler ne kadar iyi ya da kötüyse, İkinci Bahar da o kadar iyi ya da kötüydü. Sevgi, dayanışma ve iyilik aktığını söyledikleri dizide kundaklamadan, bıçaklamalardan, hamile bırakıp kaçmalardan, nikah masasında adam terk etmelerden ve daha nice berbat ve kötü durumdan geçilmiyordu. Üstelik hakikaten iyi olaylarla akıp giderken diziyi kimsenin seyretttiği yoktu. Ne zaman kötülük dozu her geçen bölümde artmaya başladı, dizi reyting rekorları kırmaya başladı.

Ancak asıl asap bozucu olan "aslında özlemlerimizi dile getiriyor, mahalle hayatını istiyoruz" tarzı yazılardı ki tümünü sahtekarca bulduğumu söylemek zorundayım. Böyle iç içe, alt alta, üst üste hayatların geçtiği binlerce kasaba, köy ve şehir var koca Türkiye'mizde. İstanbul'un büyük çoğunluğu, bu tip, yani herkesin herkesi bildiği mahallelerle dolu. Çok özlüyorsanız buyrun gidin oralarda oturun. Şu an ödemekte olduğunuz kiraların dörtte birini bile ödemezsiniz o mahallelerde.

Ama herkes pekala biliyor ki o tip yerleşim yerlerinden tam da bu lüzumdan; fazla iç içelik, alt altalık, ve üst üstelik yüzünden kaçılıyor. Gözetleme ve gözetlenme gerçeği yüzünden oturulmuyor. İyi biliniyor ki hiçbir şey karşılıksız değildir. Eğer kasap bonfilenin iyisini veriyorsa, bakkal alacağını istemiyorsa, karşılığında da sizin dedikodu hakkınızı satın almış oluyor.

Zaman içinde, bu dedikodu hakkının yanına, hayata müdahale etme hakkı ekleniyor. Her alışverişte satıyorsunuz bireyselliğinizi. Onlar gibi mazbut, tutucu, evli ve beş çocukluysanız sorun yok.

Değilseniz, Cihangir'deki, Nişantaşı'ndaki bekar ve renkli hayatları, çok afedersiniz ama, nah yaşatır o mahalle ortamı. Sizin için önemli olan ya da olmayan her detay -gece geç gelme, özgür çocuk yetiştirme, enteresan misafirler-burnunuzdan fitil fitil gelir. O çok özlenen mahalle hayatının öyle bir bedeli vardır ki kimsenin bunun ödemeye yanaşacağını sanmıyorum. Bu bedel kapınıza sarhoş mahalle delikanlılarının dayanıp "herkese şapur şupur, bize yarabbi şükür" demesi kadar da ağır olabilir.

Bu nedenle yeri geldiğinde bireyselliği adına bu kadar tantana yapan modern insanların bu tarz bir ortamı özlediği için diziyi sevdiklerine dair ifadeleri bana inandırıcı gelmiyor. Bu olsa olsa "bütün sevdiğim insanlarla aynı mahallede oturayım, manav ve kasap da dekoratif unsur olsun" özlemidir.

Mutlu Tönbekici

mtonbeki@usa.net


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır