Biliyorum, "tatsızlığın" hüküm sürdüğü bir iklimde ağız tadını korumak ve konuşmak dışardan göründüğü kadar kolay değildir..
Ama bugün bu köşeye biraz tat gelsin istiyorum...
Ruhumuza yine çöken tatsızlığın ağırlığını ağız tadından söz ederek (bir parça da olsa) atlatalım istiyorum...
Patates kızartmasından söz edelim mi?
Hem de öyle lüks restoranlarda garni olandan değil...
Veya annelerin büyüme çağındaki çocuklarını et yemeye ikna etmek için tabağa tepeleme doldurdukları patates kızartmalarından da değil...
Doğrudan fast food işi patates kızartmalarından söz ediyorum.
Son yapılan araştırmalara göre hamburgercilere hamburgerden çok patates kızartması yeme iştahıyla gidiliyormuş. Büyük hamburger zincirleri patatesleri konusunda ciddi bir yarış içindelermiş.
Şu sıralarda "Fast Food Nation" yani "Hızlı Beslenme Ulusu" adlı kitabıyla ABD'nin en ünlü insanlarından biri haline gelen Eric Scholesser'in bir yazısını okuyorum.
Scholesser bir araştırmacı gazeteci. Fast food sektörünün girdisine çıktısına kafayı takmış. Araştırmalarıyla "Amerikan mutfağının karanlık yüzünü" ortaya çıkardığı söyleniyor.
Scholesser'in yazdıklarını okurken kedimi hatırladım.
Ne zaman eve hamburger filan getirsem, etini vermeye kalktığımda burun kıvırır da, patateslere sulanır...
O küçük pembe dilinden önce burnuyla dokunur onlara, dakikalarca keyifle koklar ya da iter.
Açıkçası her markanın patatesine ayrı davranır; kimini iştahla yer... Nedense benim tercih ettiğim firmanın patatesini de top yapıp oynar!
Scholesser, 1960'dan bu yana patates kızartması tüketiminin yaklaşık yedi kat arttığını söylüyor. Artışta esas pay, fast food sektöründe elbette.
Ve patates kızartmasının tadı bu bakımdan çok önemli.
Fast food deyip geçenler hata ediyorlar. Müthiş bir "incelik" ve araştırma yatıyor işin içinde.
Bu tatta patatesin kendisi birincil önemde mi? Evet, diyeceksiniz, değil mi?
Ama patatesin türü kızartılan dilimin rengi, kıvamı, boyu posu bakımından çok önemli de, asıl ayırıcı tadı "çeşnilendiriciler"; tat katıcılar veriyormuş.
İşte insana özgü ve benim asıl konu etmek istediğim nokta burada ortaya çıkıyor.
Ne o?
Koku...
Bilim adamlarına göre temel tat farkları çok sınırlı: Acı, tatlı, ekşi, tuzlu, vd. Ama "çeşni" dediğimiz şey, o müthiş tat farkları, kokulardan kaynaklanıyor. Bizde "beğendim;" "beğenmedim" duygusunu yaratan asıl şey koku...
Yani "Hmmmm, mis gibi kokuyor!" diyoruz ya, bu aynı zamanda "bence müthiş lezzetli!" demenin ilk aşaması.
Üstelik bunun ikinci aşaması var: Yani dilimizle gerçekten tattığımız zaman... Ama yine orada da koku başrolde...
Bilim adamları Scholesser'e açıkça söylüyorlar: "Ağzımıza koyduğumuz yemeğin kimyası bir takım gazlar çıkarır ve bunları koklarız. Tat temel olarak bu kokulardan oluşur."
Dahası da var:
"Annemizin yemeği" diye bir şey var ya... Hani en usta profesyonel aşçıların başının tepesinde bile sallanan "Demoklesin kılıcı" var ya!
O da bir tür koku izi...
Kültürel tercihler mi?
Uzmanlar bu tercihlerde kokunun etkisinin çok yüksek olduğunu düşünüyorlar.
İşte uzaktan birbirinin aynı, sadece kutuları ve markaları ayrı gözüken fast food patatesleri de çok "ince" koku farklarıyla birbirinden ayrılıyormuş Scholesser'e bakılırsa...
Kimisinde patatese bu tat, kömürde pişmiş kırmızı veya beyaz et kokusu gibi mesela, katılan tatlandırıcılar yoluyla sağlanıyormuş...
"Çocukluğumun patatesi!.."
Nereden aklımıza gelir bu?
Bir hamburgercide oturmuş "tıkınırken" hiç bu lafı içimizden geçirmeyiz!
Ama burnumuz meğer kendi kendine böyle söylüyormuş...
İletişmek mi, anlamak mı?
Bir kadınla bir erkek arasında (eş, sevgili, karı koca) sorun çıkmaya görsün. Çevresi ve hatta profesyonel danışmanları hemen "iletişimsizlik"ten söz eder...
"İletişim eksikliği;" "iletişim kopukluğu;" filan falan.
Gerçekten de "doğru düzgün iletişsek" sorunlar çözülecek mi?
Bence bu yaygın ve basmakalıp yargıya biraz kuşkuyla yaklaşmanın zamanı geldi.
Çünkü iletişim çoğu kez ya boyun eğdirici bir uzlaşma (!) ya da şantaj anlamına geliyor.
Bence iletişiyoruz...
Kadınlar ve erkekler bol bol iletişim kuruyorlar.
İletişmek de değil, sorun anlamakta... Anlaşmakta...
Herkes canının istediği mesajı alıp istemediğini ortada bırakıyorsa, iletişim neye yarar?
Oysa anlamak için orada kalıp direnmek gerekir.
Bazen acı çekmeyi göze almayı gerektirir anlamak!