Gaffar Okkan'dan dersler!
Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ın uğradığı menfur cinayet, Türkiye'yi ayağa kaldırdı, haklı olarak...
Olayla ilgili yorumlarda, Gaffar Okkan'ın, teröre karşı mücadelede yeni bir yaklaşım ortaya koyduğu, "şahin" değil, "güvercin" yaklaşımı seçtiği belirtildi.
Çünkü Diyarbakır'daki Kürt kökenli yurttaşlarla bütünleşerek, onların kalbini kazanmıştı.
Bu bakışta, yanlış yok ama eksiklik var.
Üstü kapalı olarak anlatılan şudur:
"Türkiye'de iç barış için döşenen bu köprü büyük bir ihtimalle Hizbullah yahut bundan çıkar umanlar tarafından berhava edilmiştir."
Ama ben, kuvvetle doğru olabilecek bütün bu yorumlara çok basit bir ilave yapmaya mecbur hissediyorum kendimi...
Aslında Gaffar Okkan, bütün Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu "yönetici üslubu" ile davranmış, sadece Kürtler'in ihtiyaç duyduğu üslupla değil...
O, Türkler'in de dehşetle ihtiyaç duyduğu bir "yönetici figürü" çizdi.
Şunu söylemek istiyorum:
Bu memlekette, üst düzey yöneticiler tarafındın itilip kakılanlar, hiçe sayılanlar, horlananlar, dikkate alınmayanlar sadece bir etnik aidiyeti hisseden insanlar mıdır?
Yoksa bütün bir halk topluluğu mudur?
Gaffar Okkan'ın açtığı çığır, sadece bölgesel barış için bir "çığır" değil, Türkiye'nin müzminleşmiş en büyük derdi alanında da bir çığırdır, bunu söylemeye çalışıyorum.
Diyarbakırlı demirci ustası, il emniyet müdürü veya valisi ile "ahbaplık ve dostluk yapmaya" çok hasretti de, Kütahyalı berber hasret değil mi sanıyorsunuz?
Türkiye'de hangi vatandaş, hangi devlet kapısını çalıp, rahatça içeri girebiliyor?
Hangi vatandaş, cekedini ilikleyip, şapkasını avuçlarının içinde korkuyla sıkmadan, bir "büyüğe" dert aktarabiliyor?
Bölgesel gerçekleri görmek istemediğimi düşünmeyin sakın!
Türkiye'ye kanser gibi yapışmış bir "ayrımı" görmezsek eğer, bölgesel hiçbir sorunun çözülmeyeceğini bilmeliyiz.
Bahsettiğim "dert", zavallı Anadolu'nun en büyük insanlık ve demokrasi derdidir. Bizim hepimizin insanlığa, sevgiye, şefkate ve duyguya ihtiyacımız var.
Kendimize bakalım
Bu sütunda, işssiz bir gencin mektubunu yayınlamıştım. O mektuba, tepki veren okurlardan Burçak Alagöz, şöyle yazıyor:
"Evet, son zamanlardaki gelişmeler, yaşanılanlar, yitirilenler ve sayamadığım daha yüzlerce olay...
İnsanlar hayata ve yönetime bu kadar tepki göstermekte haklılar... Buna bir diyeceğim yok...
Ama senelerden beri aynı hataları yinelemekle bir yere varılamıyor.
Biz bir türlü bunu anlayamadık.
Üniversiteden mezun olup işsiz kalmak, istediğin işi alamamak ya da asgari ücrete tabi olmak, tabii ki iyi şeyler değil ama nefret etmek, bireysel tepki koymak, pankart açmak, yürüyüş yapmak gibi işlerle de hiçbir şey düzelmiyor.
Neden her defasında başka ülkelere özeniriz ki milletçe?.. Neden hep lanetler yağdırırız bu vatana?..
Bizim kadar ülkesine düşkün olmayan, ona bakmayan, yıpratan, savunmayan, sömüren, ilgisiz ve kayıtsız bir millet daha var mı acaba?
Sorumluluktan kaçtığımız, geleceği düşünmeden hareket ettiğimiz için, sanmıyorum ki bunca sözü söylemeye hakkımız olsun.
Hep kendimize istiyoruz ama asla ülkemiz, ülke insanlarımız ve globalleşen dünyada dünya insanlığı için hiçbir şey yapmıyoruz.
Hem kendi işimizi doğru yapıp hem de toplumsal davranabilirsek o zaman meseleleri çözeriz"
Doğru söze ne denir!..
Vallahi uykularım kaçtı!
İşte size koca bir mühendisin feryadı: "Ben ODTÜ mezunu elektrik mühendisiyim. İzmir'de, önce serbest mühendislik yapmaya başladım ve bir defter açtım. Baktım olmuyor, teknik malzeme alım satımı yapmak için bir defter daha açtım. Baktım yine masrafları bile çıkartamıyoruz. Bu kez Sigortacılık defteri açtım.
Ama devletin bize kazık atacağını hiç düşünmemiştim.
Hayat Standardı yasasında, 'geriye dönük uygulama' getirilince, 3 defterim olduğu için, 8 milyar 500 milyon lira vergi ile yüzyüze kaldım. Defterlerimi kapattım ama yine de 1 milyar lira vergi ödemekle yükümlüyüm.
Oysa hayat Standardı uygulanacağını bilseydim, defter mefter açmazdım.
Şimdi işyerimi de kapatmak zorundayım ve evlatlarım için kahroluyorum.
Umarım bizi idare edenler de, evlatları için endişe taşırlar ve uykuları kaçar!"
Allah rızası için söyleyin, kazanılmamış gelirin vergisi olur mu, dostlar?
Baş ağrıtan gözlük
İzmir'de yaşayan alman vatandaşı Detlef Zieman'ın, yediği kazığa bakın: "İzmir Konak'taki Bas-Optik isimli güzlükçü bana büyük kazık yaptı.
Tamamen fonksiyonsuz bir gözlük satmış. Altı hafta taktım, baş ağrısından kurtulamadım. Defalarca şikayet ettim, hep 'Alışırsınız alışırsınız' dediler. Ama baş ağrılarım hiç kesilmedi. Sonra Berlin'de 30 yıllık gözlükçüm Meisner'e gösterdim. Tamamen yanlış gözlük hazırlanmış diye rapor tuttu. Bana yeni bir gözlük hazırladı, ne baş ağrısı kaldı ne bir şey.. Geçen Şubat bu yanlış gözlüğe 140 milyon ödemiştim, TÜFE'ye göre bugün 300 milyon ediyor.
Beni kazıklayan bu gözlükçüyü size şikayet ediyorum. Türkiye'de insanlar iki sınıf mı acaba?"
Bas Optik'çi arkadaşlar!
Bu vatandaşı "Alman" diye mi 140 milyon lira kazıkladınız?
Kızılay'dan cevap
Suç Emekli Sandığı'nın
Bir okurumuz Pendik Kızılay Şubesi'nden birçok kliniğin kaldırıldığından yakınmıştı. Bu şubenin başkanı Yusuf Topçu arayıp şu açıklamayı yaptı: "Kaldırılan kliniklerde Kızılay'ın bir kusuru yok. Buna Emekli Sandığı karar verdi. Vatandaşlarımızın bunu bilmesinde ve şikayetlerini bağlı oldukları kuruma yöneltmelerinde yarar var" Emekli Sandığı bunu neden yaptı bir bilen varsa öğrenmek isteriz?
Televole zibidiliği!..
Okurumuz Fatih Hacıevliyaoğlu, bakın televoleler için ne diyor:
"Türkiye'de ekonomik şartlar belli. İnsanlar, bırakın tatile gitmeyi, mutfak masraflarını bile karşılayamıyorlar.
Ama gel gör ki, nispet yaparcasına, eğlenme özürlü, bir avuç insanı, barlarda ve sözde eğlence yerlerinde görünerek, yediden 77'ye tüm insanların sinirini bozmaktadır.
Baba parası yiyen 3-5 zibidi ile sonradan görme rüküş kızlar, ahlaksızca ekranlarda boy gösterirken, kıt kanaat geçinen ailelerin çocukları da, benim eğlenmeye hakkım yok mu, diyerek çileden çıkıyorlar" Ağzına sağlık!