1979'un bir eylül akşamında Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul da suikaste kurban gitmişti. Ve Gaffar Okkan... "Karanlığın" içinden çıkan eller, her ikisine de "insanlığı'' çok görmüştü!
Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, 2001'in bir Ocak akşamında kalleş bir suikaste kurban gitti.. Pusu kurularak, çarpraz ateşe tutularak..
Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul da 1979'un bir Eylül akşamında yine pusu kurularak, çarpraz ateşe tutularak öldürülmüştü. Kalleşçe..
Okkan'ın görev yaptığı Diyarbakır'daki cenaze töreni bir "halk töreni"ne dönüştü..Esnaf kepenk kapattı, kadınlı erkekli onbinlerce insan, Okkan'ın kaybına samimiyetle gözyaşı döktü..
Yurdakul'un cenaze töreninde de, onbinlerce Adanalı yürüdü, "Müdürümüzün katilleri bulunsun" diye haykırdı, kadınlar, erkekler hüngür hüngür ağladı. Adana'daki emniyet mensupları bir gün süreyle görevi bıraktı..
Mesleğinde çok başarılıydı Gaffar Okkan.. Bir bilim adamı titizliğiyle, raporları, zekasıyla birleştirip sonuca gidiyordu, sadece pratikte değil, teoride de üstünlük sağlıyordu..
Cevat Yurdakul da, emniyetçiliği(Ki modern zamanlar değildi) yardımcılarıyla saatler süren toplantılardan çıkan sonuca göre, anketleri, raporları okuyarak uyguluyordu..
Gaffar Okkan'ın görev yaptığı Diyarbakır, "olağanüstü" ve hassas bir bölgeydi.. Tedirginlik, geçen yıllara göre azalmış olsa bile olaylara gebe bir kentti Diyarbakır..Ama "Ben halkın arasında serbestçe gezmezsem, halk nasıl sokağa çıksın"diyor ve tedirginliğin belini iyice kırılıyordu..
Cevat Yurdakul da, dönemine göre fazlasıyla "kanlı olaylar"ın yaşandığı Adana'da, sık sık kentte dolaşıyor, halkla görüşüyor, kapısını ardına kadar açık bırakıyordu..
Gaffar Okkan, (bilgilere bakılırsa) zırhlı arabasını kullanmıyor, kent turları sırasında kendisini koruyan görevlileri (namlularını camdan çıkarmamaları konusunda) uyarıyordu..
Cevat Yurdakul da çoğu zaman korumasız geziyordu, kebap yerken de şalgam içerken de, dost sohbetinde de görev sırasında da...
Okkan, Müdürlüğü, (Emniyet Müdürlükleri ve karakollar için kısmen alışılagelmiş) gizemli, öcü, ürkütücü bir bina olmaktan çıkarmış, Emniyet'e, özgüvenle, emniyet içinde giriş çıkışı sağlamış, buraya işi düşen yurttaşa "herhangi bir devlet dairesi"nden farkı olmadığı duygusu vermişti..
Yurdakul döneminin Emniyet Müdürlüğü de karakolları da, "beyaz" bir sayfa açmıştı..
Okkan, kentteki sosyal faaliyetler ve dahi sivil toplum kuruluşlarının çabalarına hep kulak veriyor, kişisel olarak herşeye herkese yardımcı oluyordu.. Sokak çocuklarının, kimsesizlerin, yoksulların gönüllü "babalığı"nı yapıyor, insiyatif kullanıp, onları, teşkilatın karavanasına ortak ediyordu..
Yurdakul'un kapısı da sık sık sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri tarafından çalınıyor ve Adana Emniyet Müdürü, karınca kararınca sorunlara ortak oluyordu..
Gaffar Okkan, bir "Emniyetçiydi ama başı sıkışan herkese hatta "aileiçi" sürtüşmelere, sportif sorunlara, eğitim meselelerine kol kanat geriyordu.. Bazen okul müdürü, bazen klüp başkanı, bazen mahalle muhtarı oluyordu..
Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul da salt emniyet sorunlarıyla ilgilenmekle kalmıyor, yapabileceği ne iş varsa üstleniyordu.. Ve sorunları "demoklesin kılıcı" mantığıyla değil, bir "abi" gibi, bir "ombusman" mantığıyla çözmeye çalışıyordu.. Örneğin, Adana'da bir sanayi tesisinde yaşanan sendikal sorunu, işçi işveren temsilcileriyle saatlerce konuşarak ve bir orta yol bularak çözmüş, her iki tarafı da buluşturmuştu..
Gaffar Okkan, anlaşılıyor ki Diyarbakır'da, (Hani Türk filmlerinde Hulusi Kentmen tipiyle hafızalara kazınan) babacanlığıyla, dürüstlüğüyle ön plana çıkmış ve "sevgi adamı" olup çıkmıştı..
Cevat Yurdakul dönemini yaşayan Adanalılar, Emniyet Müdürlerini "Baba Cevat, iyilik sembolü Müdürümüz" pankartları eşliğinde uğurlamışlardı..
Gaffar Okkan, "olağanüstü" koşullarda görev yaptığı Diyarbakır'da, günün 24 saati her kesimden herkesin rahatlıkla güven içinde dolaşmasını sağlamış, "arama tarama"yı bezdirici bir noktaya getirmemişti.. Hatta şüpheli görülenlere bile daha titiz davranmıştı..Fiili takip, fikri takibin gerisine düşmüştü..
Yurdakul döneminde de her sokak başında arama tarama yerine şüpheliler, çok özel yöntemlerle, sade yurttaşın tedirginliğine yol açmadan yakalanıyordu..
Gaffar Okkan, cesaretiyle, korkusuzluğuyla öne çıkmıştı ama yüreğinde gaddarlığa yer yoktu.. Hakkında işkence iddiası olmadı.
Cevat Yurdakul'un da kişisel karakterinde ön plana çıkan unsurlar, yüreklilik, kararlılık, korkusuzluktu ve tabii ki şefkat de.. Hakkında işkence iddiası olmadı.
Gaffar Okkan, raporlardan, ifadelerden anlaşılıyor ki hedefti.. Hatta birkaç gün önce, bir TV programında, "bir suikast timinin Türkiye'ye giriş yaptığı ve hedeflerinden birinin Gaffar Okkan olduğu.." belirtilmişti..
Cevat Yurdakul da uygar ve çağdaş yapısıyla dönemin katil şebekelerinden birinin hedefi olmuş, hatta Yurdakul, dost sohbetlerinden birinde, kendisine suikast yapılabileceğinden söz etmişti..
Gaffar Okkan'ın ölümü sonrası yayınlanan gazetelerde, sayfa sayfa "İnsan sevgisiyle dolu Okkan" yazıları yeraldı..
Cevat Yurdakul'un suikaste kurban gitmesinden sonra her görüşten gazetede Yurdakul'un sevgi adamlığından, insanlığından sözediliyordu...
Kısacası dostlar.. Tanıdığım ve kendime yakın hissetttiğim ilk emniyet müdürü Cevat Yurdakul'du... "İnsan" kimliğiyle öne çıkıyordu..
Tanıyamadığım ama yaşarken hakkında duyduklarımla yine kendime yakın hissettiğim son Emniyet Müdürü ise Gaffar Okkan'dı.. O da "insan" ve "adam gibi adam" kimliğiyle öne çıkıyordu.
Ancak "karanlığın" içinden çıkan eller.. Her ikisine de "insanlığı'' çok görmüştü!
Tersine bir öykü..Kurtuluş Savaşı'ndaki "büyük kaçış"ı saymazsak Anadolu ve İstanbul"daki Rum ahalinin ilk göçü, 6-7 Eylül 1955 olaylarının ardından başlar..
Türk hükümeti, 10 yıl sonra bir karar alır; onbinlerce Yunan ve T.C pasaportlu Rum İstanbul'u terketmek zorunda kalır.. Bir on yıl daha geçer, 74 Kıbrıs harbiyle İstanbul -Atina arasında bir köprü daha kurulur; Göç köprüsü..
Zaman içinde birer ikişer ayrılanlar olur.. Göçüp gidenlerin tümü, Yunanistan'ın değişik kent ve kasabalarına yerleşip kendilerine yeni hayatlar kurar..
Kalan sağlar bizimdir artık!
Araştırmalara gore, İstanbul'da şu an 3000 civarında Rum nüfus var..
Gidenler de kalanlar da genellikle ticaretle haşır neşir oldu hep..
Beyoğlu, Pangaltı, Şişli ve Yeşilköy de mekânları..
İstiklal Caddesi'ndeki Rum esnaf ve zanaatkarlar, göçüp gittikten sonra, İstanbul sevgisini hiç eksik etmediler ancak, 6-7 Eylül 1955'i de hiç unutmadılar; dükkanları, işyerleri başlarına yıkıldığı için yürekleri hem İstanbul'da hem de "kırık" kaldı..
Doğup büyüdükleri kente bir turist olarak geliyorlardı artık.. İşlerini güçlerini bir başka ülkede,Yunanistan'da oluşturdular..