|
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr
)
|
Anayasa Mahkemesi 'Korsan Gösteri' yapabilir mi?
ürkiye'de yaşamak, yol alırken harç karan kamyonların kendi ekseni etrafında dönen damperi içinde çalkalanmaya benziyor. Olayların akışını izlerken şaşkına dönüyorsunuz. Üstelik Türkiye'yi yakından izlemek sizi dünyadan iyice kopardığı gibi, sizi allak bullak etmek dışında entellektüel yaşamınıza bir katkı da sağlamıyor...
Hatta geçen haftanın olaylarında olduğu gibi iyice bunaltıyor.
Örneğin, haftayı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının emekli olduğu günkü konuşmasını dinleyerek başlattıysanız, Ankara'nın düzeyinin artık sizin de tahminlerinizin altında bir noktaya düştüğünü hayretle saptıyorsunuz. Yargıtay Başsavcısı, konuşmasının başında "kendisi gibi düşünmeyen herkesi", hiç bir hukuksal ölçüye ihtiyaç duymadan "hain" ilan etmekle kalmıyor, Anayasa Mahkemesi üyelerini de "siyasal" bir ayrıma tutarak, "Atatürkçüler" ve "Şeriatçılar" diye ikiye bölüyor. Onların hukuksal performansları, işlerini iyi yapıp yapmamaları gibi asıl kullanılması gereken hiç bir kriter başsavcının değerler skalasında yer almıyor. 28 Şubat sürecinde nasıl siyasallaşıp, hukuktan nasıl iyice koptuğunu anladığınız gibi, "andıç"larla verilen emirlerle davalara müdahil olabileceğini de aklınız kesiyor. Hukuksal ölçüler ortadan kalkınca, bu boşluğu utanç verici dedikodular dolduruyor.
Allahtan Ahmet Necdet Sezer var da, gücünün yettiği noktalarda, hukuksal kimliklerinin arkasında, amatör politikacılıkla zehirlenmiş küçük dedikodu dünyalarını besleyen insanları ayıklamaya uğraşıyor.
KORSAN GÖSTERİ
Türkiye'yi sarsacak bir gücü eline geçiren bir başsavcının mantık ve üslubuna karşı duyduğunuz hayret dinmeden, bu kez Anayasa Mahkemesi'nin bütün kuralları alt üst ederek, "yasamayı" denetim altına almaya kalkan "muhtırası" gündeme geliyor.
Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa'nın 148. maddesinde tanımlanan "görev ve yetkileri" çok açık:
"Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi içtüzüğünün Anayasa'ya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler."
Mahkeme, görev ve yetkilerini bir yana bırakarak, Meclis iradesini "demokratik cumhuriyete" bir tehdit gibi değerlendiriyor. Kendisine, "cumhuriyeti koruma ve kollama görevi" veriyor. Bizzat kendisi Anayasayı çiğneyerek "korsan gösteri" yapıyor. Ankara, "Cumhuriyet'ten demokrasiye" hiç bir zaman geçemeyecek bir yüz sergiliyor. Cumhuriyet'i kollaya kollaya demokrasinin sürekli ırzına geçiliyor. Anayasa Mahkemesi de üzerine vazife olmayan bir şekilde "demokratik cumhuriyeti", halkın oyunu temsil etmesi gereken milli iradeye karşı korumaya kalkıyor.
Meclis olup biteni sineye çekiyor. Hükümet de sanki bu değişikliği kendisi önermemiş, Meclis komisyonları bu teklifi tartışıp sonuca bağlamamış gibi, herkes aynı anda geri basıyor. Hükümet otoritesine, meclis dokunulmazlığına sahip çıkmıyor.
BAYAR'IN YORUMU
Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin, "Biz partilerin kapatılmasının nitelikli oy çokluğu şeklinde değil, başka ülkelerin kabul ettiği kriterlerle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kabul ettiği kriterlerle, onlarla çözülebileceğini ifade ediyoruz. Zorlaştırılmasına karşı değiliz. Siyasi partilerin kapatılmasından da yana değiliz", diyor ama mahkeme "muhtıra" vererek, görüşülmesi muhtemel bir davada oyunu şimdiden belli etmiş oluyor. Ayrıca parlamentonun yapmak istediği değişiklikte ısrar etmesi halinde, doğrudan "yasama" ile kavgaya tutuşacakmış gibi görünüyor.
Mahkeme'nin Anayasa değişiklik teklifi geri çekilmesine rağmen, geleneklere ve yasal görev yetkilerini aşarak muhtıra yayınlamasının arkasındaki "gelişme" netleşmiyor.
Anayasa Mahkemesi, 1960 darbesi sonucu oluşturulan bir kurum. Darbenin devirdiği Cumhurbaşkanı Celal Bayar, "Başvekilim Adnan Menderes" adlı kitabında şöyle yazar:
"Üstünde çatışılan, fakat bir türlü ifade edilemeyen fikir şudur: Türkiye'de demokrasi, 'hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir ve millet bunu bizzat kullanır' ilkesinden hareketle mi uygulanacak, yoksa bazı yerlerde örnekleri olduğu gibi muhtar kuruluşlara ve kurullara bağlı olarak mı yürütülecektir?"
Bayar, 1924 Anayasası'nı, "halk hakimiyetine" dayalı; "orduyu, ve aydını" ortak olmaktan çıkarmış bir Anayasa olarak tanımlar. Ama 1961 Anayasası ise bunun tersini yapmıştır. Bayar'a göre "Ordu, Milli Güvenlik Kurulu ile, aydın da Anayasa Mahkemesi, üniversite, TRT, Planlama ve hattâ Senato'nun seçim dışı gelen üyeleriyle devlet ortaklığına girmektedir." Çünkü "vatandaşın oyuyla kuracağı Millet Meclisi'nin bu egemenliği iyi kullanabileceği noktasında kuşku vardır." Galiba son krizde de bu yaşanmakta...
KURNAZLIK PAHALIDIR
İttihat ve Terakki mantığının şekillendirdiği Ankara, "kurnazlığın çok ağır bir toplumsal faturası" olduğunu görmemekte direniyor. Millete güvenmemek esas olduğu için, demokrasiye karşı hile yapmak en temel yöntem olarak ortada hala sırıtmakta. Gelişmiş toplumlar temel sorunlarını demokrasinin evrensel özgürlük ölçülerini kullanarak aşarken, biz halâ 1930 Ankarası'nda direniyoruz. O nedenle de, sorunlar çözülmek bir yana, iyice ağırlaşıyor. Üstelik eski "tek parti" döneminin kalitesi de yok ortada. Demokrasiye kılıç çekenlerin sikleti iyice hafiflemiş bulunuyor.
Kurnazlığın son kurbanı da, yöre halkıyla sıcak ve çok başarılı ilişki kurabilen ve herkesin ağızbirliği ile yeteneklerini övdüğü, cenazesi yığınsal bir sevgi ile uğurlanan Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve korumaları oldu. Güneydoğu'nun sorunlarını "sopa" ile aşarız mantığı, Hizbullah'ı korumaya aldı. Şimdi sistemin kurnazlığının ürünü olan Hizbullah, geleneksel anlayışın tam tersi bir yöntemle soruna yaklaşarak bölgenin huzuruna katkı sağlayan bürokratları yemeye başladı. Aynı kurnazlığın Türkiye'yi bunalımdan bunalıma sürüklemesi gibi...
HUKUK, HUKUK, HUKUK
Soğukkanlı olarak resme baktığınız vakit, Türkiye'nin hukuk üretemediğini, insanlığın tarih süreci içinde yarattığı evrensel hukuk normlarını da kullanamadığını görüyoruz.
İstikamet de bu zafiyeti aşmak üzerine değil. Tam tersine İttihat ve Terakki yöntemlerinde ısrara doğru.
Başsavcı hiç bir hukuksal ölçü kullanmayan, siyasal değerlendirmeler ve ucuz dedikodular düzeyinde bir insan profili çiziyor.
Anayasa Mahkemesi, korumakla yükümlü olduğu Anayasa'daki tanımlanmış yetkisini aşarak, Meclisi "demokratik cumhuriyet" için tehlike ilan ediyor.
Güneydoğu sorununu çözmek için "besleme örgüt" yaratma kurnazlığı bumerang gibi geri dönüyor.
Sorunların çözümü için "halka güvenmekten" ve evrensel kuralları uygulamaktan böylesine korkuldukça da, Türkiye yokuş aşağı bir hızla, dünyanın gittiği yönün tersine koşuyor.
Biz de, o harç kamyonunun damperinde, bir o yana, bir bu yana iyice bulanarak çalkalanıp duruyoruz.
|
|
Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|