kapat

27.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Nokia
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Bu da öyle bir yazı işte...

Geçenlerde Ahmet Altan, ünlü İtalyan yazarı Malaparte'yle ilgili bir olayı hatırlattı...

Malaparte, 31-32 yaşlarında "Hükümet darbesi tekniği" diye tuhaf bir kitap yazmış ve başı Mussolini ile belaya girmişti...

2. Dünya Savaşı sırasında da Ukrayna ile Finlandiya cephelerinde, üniformalı bir savaş muhabirliğini üstlenmişti..

Daha sonra Mussolini'nin cepheye gönderdiği Faşist subayların arasından İsveç'e kaçmış ve Komünist İtalyan direnişçileriyle Müttefik güçleri arasında gizli bir irtibat subayı olmuştu...

Serüvenlerle dolu bir hayatı ve 2'nci Dünya Savaşı ile ilgili "Kaput" gibi, "Can pazarı" gibi unutulmaz eserleri vardı...

Malaparte, Finlandiya cephesinde Mussolini'nin Faşist subaylarıyla aynı subay çadırını paylaşıyor; onlarla birlikte yiyip içiyordu...

Ve bir takım akıl almaz anılar anlatıyordu subaylara...

Subaylar da takılıp duruyorlardı kendisine:

- Hadi ulan yine sıktın palavranı; hep senin mi başına geliyor böyle olağanüstü olaylar, diye...

Bir akşam subay çadırındaki masada yine birlikte yemek yeniyordu. Birden dışarda çok şiddetli bir patlama olmuş; çadırın içinde de her şey devrilmiş, subaylar yerlere kapaklanmıştı..

Kısa bir süre sonra, dışarda bir neferin bir mayına basıp parçalandığı anlaşılmıştı...

Subay çadırında da ortalık derlenip toparlanmış, herkes yeniden yemek masasının başına oturmuştu...

Malaparte, ellerini önündeki tabağın üstünde kilitlemiş, öyle duruyordu.

Ünlü yazar:

- Demincek, demişti; olağanüstü olaylar hep benim mi başıma geliyor, diye takılıyordunuz bana... Görün işte, biraz önce dışarda parçalanan neferin de kopan eli, gelip benim tabağımın içine düştü..

Ve önündeki tabağı örten ellerini açıvermişti..

Gerçekten de tabağının içinde kopuk bir el vardı.

Hayatın içinden geçip giderken neler neler yaşamayız ki... Doğumlar, ölümler, acılar, ayrılıklar, sevinçler, buluşmalar, müjdeler, çöküntüler...

Bunlardan bazıları sıradan sayılmayacak garipliktedir...

Cezaevlerinde yattığım sıralarda; yeni açılmış davalar için cezaevi arabasıyla Adliye'ye götürülmeden önce ellerime kelepçe vurulurken; oradaki bir polis memurunun, "resmi binalarda eski milletvekillerine de resmi selam verilecektir" türünden bir genelgeyi hatırlayıp, selama durması gibi...

Matbaa makinesinin icat edilmesinden sonra; 300 yıl boyunca matbaanın gelmesinin reddedildiği ve "nesir edebiyatı"nın da 19'uncu yüzyılın 2'nci yarısına kadar mevcut olmadığı "şifahi bir toplumda"; bir ömür yazı çiziyle uğraşmanın acı-tatlı tuhaflıkları...

23 yaşında "grev hakkı olmadan demokrasi olmaz" diye yazdığım için; inzibat arabasıyla Savunma Bakanlığı'na götürülmüş ve genç bir Amiral'in karşısına çıkarılmıştım.

Amiral bir süre yüzüme bakmamış, sonra başını kaldırıp:

- Sen Türk müsün, diye sormuştu..

- Evet, demiştim...

- Bir Türk bunu yazmaz, demişti...

Uzun yıllar sonra Cumhurbaşkanı rahmetli Oramiral Fahri Korutürk, beni de Çankaya'ya davet ettiği zaman; zarif ve sanatçı eşi Emel Korutürk, o sırada Fransa'da yayınlanan romanlarıma değinmiş:

- O kadar büyüksünüz ki, sizinle kıvanç duyuyoruz, demişti...

Kekeleyip kalmış, ne diyeceğimi bilememiştim.

Fikret Adil de; 1871 Paris Komün hareketi öncülerinden Henri Rochefort'un anılarından esintiyle; hayatımın lunaparklardaki önce tepelere çıkıp, sonra aşağılara doğru inen ve tekrar yukarılara çıkan raylı küçük vagonlara benzediğini söylerdi.

Allahtan kalem işçileri, yazılara döktükçe unuturlar neler yaşadıklarını...

Ve sadece zor dönemlerdeki büyük dostluklardan kalma vefaları hatırlarlar..

Kemal Anadol'u hatırlarlar; Prof.Dr. Orhan Güvenen'i hatırlar; Engin Aymete'yi hatırlarlar; Ferda Güley'i hatırlarlar...

Bazen de farkına varmadan Yahya Kemal'den bir kaç dize dökülür dudaklarından:

Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var;

Bitsin hayırlısıyla şu beyhude sonbahar...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır