Vaktİyle ne kadar doğru olduğunu bilmediğim, fıkralaştırılmış bir gözlem anısı dinlemiştim.
İstanbullu bir genç, kaçak olarak bir yük gemisine binmiş Amerika'ya gitmek için...
Gemi New York limanına yaklaşırken, tayfalar kaçak genci yakalamışlar; kaptan da kendisini kıçaltına hapsetmiş...
New York limanında doklardan birine yanaşılmış. Vinçler çalışmaya başlamış. Bir süre yükler boşaltılmış; bir süre de yeni yükler alınmış boşalan ambarlara...
Geminin kıçaltına hapsedilmiş olan kaçak genç; 10-15 gün boyunca, bitip tükenmeyen vinç seslerini dinlemiş sadece...
Dönüşte genci, polise teslim etmişler. Sorgu sual, yargı ve uygun görülmüş cezaların tamamlanmasından sonra; bizim genç, nihayet özgürlüğüne kavuşmuş İstanbul'da...
Kendisine tanıdıkları:
- Ee anlat bakalım, Amerika'da neler gördün; diye sorduklarında, gözlerini şöyle bir daldırıyor ve hep aynı yanıtı veriyormuş:
- Valla bilmem ki, ne anlatayım; bir gürültü, bir gürültü işte...
Bana da, bizim Türkiye'nin durumu, oldum bittim hep o gencin yanıtını anımsatır; bir gürültü, bir gürültü...
Ve yaşı 30'dan küçük 40 milyon gencin; önümüzdeki 20-30 yıl içinde, nelerle karşılaşıp, neler yaşayacaklarını düşünürüm bazen...
Çünkü besbelli ki, bizim Türkiye; 20-30 yıl daha beklenmedik çalkantılarla karşılaşmaya aday...
Bunun nedenleri de belli...
Biten yüzyılı da, rezalet bir fiyaskoyla ıskaladıktan sonra; "yaşam kalitesi" açısından, Yunanistan'ın bile 65 basamak altına nasıl düşmüş olduğumuzu, hiç kurcalayan var mı?
Yok...
Saydamlaşma yerine; sorunları gerçekçi bir yaklaşımla çözümlemeye yönelmek yerine; sanal tablolar çizerek, hamasi söylemlerle durumu geçiştirmeye çalışmak hâlâ sürüp gitmiyor mu?
Ankara egemenleri, Hazine'den geçinmelilerin üst kademelerine göre biçimlenmiş bir "kabuk devlet" yapılanmasından; halk kitlelerine servis veren "teknik devlet" yapılanmasına geçemiyorlar...
20'nci yüzyıl da, rezalet bir fiyaskoyla böyle ıskalandı zaten...
Yoksa, "ulusal gelir dağılımındaki dengesizlik" açısından; Tanzaniya'nın da altındaki en geri 5 ülkeden biri mi olurduk?
1970'den sonra İsmet Paşa; çeşitli siyasal kombinezonlarla Cumhurbaşkanı olan Cevdet Sunay'la görüşmeye gitmişti.
Ve Cevdet Paşa hakkındaki kanaatini şöyle açıklamıştı:
- Şimdiye kadar ne yaptıysa, yine onu yapacak..
İsmet Paşa'nın Cevdet Sunay hakkında yaptığı saptama; bize özgü garip bir değişmezliği de vurguluyordu aslında...
Bir türlü yaşadığımız çağlarla bütünleşmeye gücümüz yetmiyor. 21'inci yüzyılın başında da; geçtiğimiz Yüzyılın başında çaldığımız plakları çalıyoruz hâlâ. Nüfusun hâlâ daha yüzde 40'ı köylü... Hâlâ daha 7250 kişiye 1 kitap düşüyor... Ve hâlâ daha, anadilimizin "okuma-yazma" boyutuyla bir türlü bütünleşemediğimiz için, "şifahi bir toplumuz"...
Bu neyi gösteriyor?
İç dinamiklerin çalışmadığını gösteriyor.
Militer dostlar, sık sık: - Bizi politikaya karıştırmayın, diyorlar... Bundan daha hatalı bir öneri olamaz.
"Politika" sözcüğü; eski Yunanca'da "kent" anlamına gelen "polis" sözcüğünden kökenlenmiş bir sözcük. Kamu yönetimiyle ilgili bir örgütlenmeyi içeriyor özünde..
Bir ülkenin ordusu; politik bir örgütlenmenin yasama organını oluşturan Parlamentosunun; yürütme organını oluşturan hükümetinin; yargı organını oluşturan mahkemesinin dışında; kendi başına özerk bir kurum olabilir mi?
Bütçeden "savunma"ya ayrılacak payı; politik bir organ olan hükümet tasarlayıp; yine politik bir organ olan parlamento, çeşitli tartışmalardan sonra -gerekirse değiştirerek- onaylamıyor mu?
Siyasal örgütlenmenin dışında olabilir mi ordu?
Ancak, yürütme organını oluşturan "Hükümet"e bağlı kurumlar, kendilerine verilen görevleri yaparlar ve politikaya karışamazlar; yani -milletin örgütlenmiş biçimi olan- Devlet'in nasıl yönetileceğine..
Gücümüz neden bir türlü yetmedi ve yetmiyor yaşadığımız çağlarla bütünleşmeye?
Çünkü "Kamu Hukuku Doktrinleri" ile ilgili kavramları dahi henüz özümsemiş değiliz...
O nedenle de bazen insan; kendi ömür takvimi içine düşmeyecek bile olsa; 30 yaşından küçük 40 milyon gencin, önümüzdeki 20-30 yıl içinde nelerle karşılaşıp, neler yaşayacağını düşünüyor...
Kusura bakılmaya...