Kadıköylü gençlerin çıkardığı "Daha değil" adlı minyatür ve amatör bir "protest-edebiyat" dergisi elime geçti. Künyeden derginin yönetmeni olduğunu okuduğum İbrahim Alp'in başlık konmamış yazısından şu bölümler oldukça düşündürücü:
"KİMSE bilmezdi!; güzel Marmara şarabının bulanık tadıyla dolu gecelerin aslında yarım ekmek-kaşarla başladığını. Karanlık dar sokaklar, yıpranmış cumbalı evler, her türlü maceraya, isyana ve intihara açık rutubetli ruhlar diyarıydı. Kimse duymazdı.. İstiklal Caddesi'nden akan amaçsız kalabalık için anlam kavramı kaf dağının ardındaydı. Çoğu zaman soğuk bir ranza; nemli bir yorgan ve karşı balkonda Ermeni asıllı sarışın kadının siyah dantelli iç çamaşırları bütün gecemin dekorunu oluştururdu. Üşürdüm. Avuçlarımın arasından bir solucan gibi sinsice kayıp giden zamanı düşünürdüm; kimse düşünmezdi."
BUNLAR bana, genç bir yürekte olması beklenen coşkuyu ve umudu değil, kötümserliği, karamsarlığı, hüznü ve düş kırıklığını dışavuran betimlemeler gibi geldi. Bence bu betimlemelerde "kendisini yalnız hissetmekten doğan ruhsal bir başkaldırının çığlığı" da duyuluyor.
EDEBİYATA yakın duran bu gençler, kimilerinin -hatta bazen bizzat benim- "evrensel bir kültür kenti kimliği taşıdığını" savundukları İstanbul'da neden mutlu değil? Neden İstanbul'a bu kadar siyah bakıyorlar?
GALİBA İstanbul'un bu bağlamda irdelenmeye, sorgulanmaya muhtaç yanları var.