kapat

20.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Hâlâ yaprak gibi titriyor
41 yıldır sahnede olan Genco Erkal'ın yeni oyunu 'Ben Feuerbach'ın heyecanını yaşıyor.

Öyle ki geceleri uyuyamıyor, sahnede resmen doğum sancısı çekiyor. Enerjik olabilmek içinse haftada dört gün yüzüyor

Genco Erkal ile buluşmaya gitmeden önceki gece, rüyamda tiyatrocuydum. Daha doğrusu tiyatrocu olmaya çalışan biriydim ve Genco Erkal'ın önünde sınav veriyordum. Anlayın ne kadar gerilmişim. 41 yıldır tiyatro yapan biriyle buluşmaya giderken herkes tedirgin olur. Ne de olsa tüm mimikleriniz, laflarınız, bildikleriniz, bilmedikleriniz önem kazanır. Ancak Erkal ile karşı karşıya geldiğim anda çok rahatladım. Tatlı ses tonu, su gibi akan konuşması ve kibarlığıyla hiç kimseleri tedirgin edecek biri değil o... Dün yeni oyununun galasını yaptı Genco Erkal: 'Ben Feuerbach.' Bu yüzden buluştuğumuzda kendisi de en az benim kadar heyecanlıydı. İki gün sonra ilk kez sahnelecek olan oyun, onun için yeni bir sınav demekti. Tıpkı daha öncekiler gibi. Erkal, her oyununda aynı heyecanı hissettiğini ve özellikle de galasından önce heyecanının yavaş yavaş doruğa tırmandığını söylüyor. Şöyle derin bir 'offff' çekiyor: "Nasıl anlatayım... Bir kere 15 gündür uyku denen bir şey yok. Diyelim akşam 12'de yatıyorum. İki buçuk, üç gibi uyanıyorum. Bu sınavın en yoğun olduğu dönem yeni bir oyunun ilk gecesi, çünkü orada gerilim doruktadır. Çocuk doğurmak gibi bir şey. Sancılar başlar. Titremeler olur. Yaprak gibi titremeye başlarsınız. Sahnede elinizi ayağınızı nereye koyacağınızı bilemezsiniz. İnsanlar iyiydi, kötüydü, bu sınavı veremedi, olmadı ya da çok güzeldi gibi şeyler söyleyerek bize not veriyor. Anlayan anlamayan herkes veriyor ama."

DOĞAL OYUN BEĞENİLİYOR
Çok enteresan değil mi? Genco Erkal gibi bir oyuncunun tir tir titremesi, sancılar çekmesi... Buna da şöyle cevap veriyor: "Şimdi işin tuhafı tecrübe arttıkça daha çok heyecanlanıyor insan. Çünkü artık kaybedeceği çok şey var. Şimdi belli bir yere gelmişsiniz, sizden beklenen şey çok büyük. Devamlı kendinizi aşmak zorundasınız. O yüzden sınav daha zorlaşıyor. Eleştirmenler yazıyor, şimdiye kadar bunu bunu yaptı, bundan sonra ne yapacak bakalım. Hakikaten ne yapacağım?"

İşin doğrusu pek yiyecek içecekle uğraşacak halimiz yok, kahvelerimizi söylüyoruz. Zaten bir şey söyleyecek olsak konuşmaktan yemeğe fırsat kalmayacak, heba olacak. Meşhur Pera Palas Oteli'ndeyiz; Genco Erkal'ın en sevdiği mekanlardan biri burası. Çünkü Pera Palas ona dekor gibi geliyor. Zaten en hayıflandığı şeylerden biri, Türkiye'de böyle mekanların değerlendirilemiyor olması. "Geçtiğimiz aylarda Berlin'den başlayarak Avusturya, Paris, New York'u gezdim. En kıskandığım şey, o tarihi tiyatroları. Bizde bunlar yok. Hiçbiri korunmamış" diyor. Halbuki şöyle bir geçmişe dönüp baktığında çok güzel yerler hatırlıyor. Tiyatroya, daha doğrusu sanata olan merakı çok küçük yaşlarda başladığı için anıları da hep bunlardan oluşuyor. Saray sineması unutamadığı yerlerden biri mesela. Şöyle anlatıyor: "Ben çocukluğumdan hatırlıyorum, oraya Paris Balesi, Comedie Frances, yabancı tiyatrolar, orkestralar gelirdi. Şimdilerde pek rastlayamadığımız görkemli gösteriler hatırlıyorum."

Ancak bütün bunlardan Erkal'ın çok gelenekçi olduğu fikrine de kapılmamak gerek. Ne de olsa 63 yaşına rağmen blue jean ve uzun saçlarıyla dolaşıyor. Zaten geçmişe çok takılmadığını kendi de söylüyor. "Çağ değişiyor" diyor ve devam ediyor: "Bazen klasikleri seyrediyorum. Bakıyorsunuz, oyunculuk tarzı ne kadar eskimiş. Biraz çağdışı geliyor. Şimdi ne kadar doğal oynarsanız o kadar beğeniliyorsunuz. O zaman diyorum, belki de tiyatronun unutulması daha iyi."

Lafı gelmişken şu giyim kuşam meselesini es geçmemek gerek. Genelde spor giyinmeyi seven Genco Erkal'ın yıllarca bir tek takım elbisesi olmuş. "Beni kravatlı gömlekli görürseniz anlayın ki o gün mahkemem var" diyor ve ekliyor: "Benim mahkeme kıyafetim budur. Ödül törenlerine de onunla giderim. Onun dışında o bir köşede durur, aylarca hiç görmem." Buna bir hayli gülüyorum tabii, çünkü işin doğrusu Erkal durumu çok da güzel anlatıyor. Mizahı sevdiği belli. "Bende, içimin içinde bir yerde komedyenlik var. Fakat günlük yaşantımda son derece sıkıcı, suratsız, her şeyi ciddiye alan bir adamım. Kapanıp bir şey okuyan, bir şey seyreden... Öyle fazla gülen bir adam değilim. Bazen kendi kendime 'ne sıkıcı adamım' dediğim oluyor. Çok yakın dostlarıma biraz açılıyorum. Tabii bunlar çok ender anlar."

'Aslında balet olmak isterdim'
Sıkıcı olduğunu söylüyor fakat siz gelin bir de onu telefon mesajları bıraktığı arkadaşlarına sorun. Telesekreter karşısında ne diyeceğini bilemeyen ve daldan dala atlayan Genco Erkal'ın sesini kaydeden arkadaşları canları sıkıldığında takıp bu kasetleri dinliyormuş. Düşünün artık... Israrla eğlenceli biri olmadını söyleyen Erkal, aynı zamanda duygusal da değilmiş. Oysa böyle olmadığına inanmak o kadar zor ki. "Hiç değilim" diyor ve devam ediyor: "Belki esas olarak duygusalım da duygularını çok kontrol eden biriyim. Gerçi yaş ilerledikçe insan biraz açılıyor ama ben çok kapalı kökenli biri olduğum için, ne kadar açılsam yine olmuyor."

Ancak izleyenlerinin karşısında duygularını sakladığı pek de söylenemez. Zaten kendini en çok sahnede açtığını söylüyor. Seyircileri de bu elektiriği alıyor olsa gerek ki onun peşini yıllarca bırakmıyor. Erkal bazı yüzleri yıllardır seyircilerin arasında gördüğünü söylüyor. Tabii bu onun süngüsünü düşüren şeylerin başında geliyor. En çok duygulanmasına ve doğru yerde olduğunu anlamasına neden olan olaylardan birini anlatıyor: "Bazen kendi kendinize sorarsınız bu kadar fedakarlık, bu kadar uğraş neye yarıyor acaba? Bir işe yarıyor mu? Sonra biri çıkıyor ve şöyle diyor, 'Ben sizin ilk oyunlarınızı seyrettim, sonra kızımı getirdim, şimdi de oyunlarınızı izlemeye torunlarımla geliyorum.' Bu çok güzel. Bir iz bırakmak güzel."

Esasen balet ya da operacı olmak isteyen Genco Erkal'ın içinde ukde kalmış: "Fakat tiyatro da bütün bu sanatları bir yerde birleştiren bir şeydir. İçimdeki o bale sevgisini oyunlarımın bazı yerlerine taşıyorum. Ya da bir müzikalde oynarken operacı olamamanın eksikliğini telafi ediyorum. "

Biz bunlardan konuşurken yanımıza biri yaklaşıyor ve ayın 18'inde bir tango gecesi olduğunu, bizi de aralarında görmekten mutluluk duyacaklarını söylüyor. (Genco Erkal olmasaydı bana böyle bir teklifte bulunacaklarını hiç zannetmiyorum ya neyse) Bu vesileyle soruyorum: "Dansetmeyi sever misiniz?" Eskiden daha çok severmiş ya da şöyle söyleyelim, eskiden daha çok dansedermiş. "Şimdi biraz uzaklaştım galiba" diyor ve devam ediyor:

"Şimdi oynarken dansediyorum. Bazıları buna vücut dili diyor ama ben buna bir çeşit dans diyorum." Gördüğünüz gibi söz hep dönüp dolaşıp tiyatroya geliyor. Fakat başka türlü nasıl olabilir? Başka türlü bir insan nasıl 41 yıldır aynı mesleği yaptığı halde müthiş bir heyecan duyabilir? Bu arada bir de enerji konusu var tabii. Yani Erkal bu kadar çok çalışacak enerjiyi nereden buluyor? Bu konuda söyledikleri hepimizin aklının köşesinde bulunsa iyi olur. Erkal yaz kış demeden haftanın en az dört günü yüzermiş. Üstelik bir girdiğinde bir kilometre yüzmeden de çıkmazmış. "Sahnede buna ihtiyacım var" diyor.

Onun sahnede bu enerjiye ihtiyacı varsa bizim de sahnelerde Genco Erkal'a ihtiyacımız var, öyle değil mi? Yanından, "Aman kendinize iyi bakın" diyerek ayrılıyoruz. Tabii tekrar görüşmek dileğiyle. Belli mi olur, belki tangoda karşılaşırız.

ASLI E. PERKER

asliperker@yahoo.com


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır