"Yabancıları" düpedüz sevmek!
"Akrep gibisin kardeşim!"
Nâzım'ın bu dizeleri hiç tuhafımıza gitmez... Kendimizde akreplik, koyunluk, eşeklik buluruz bir biçimde...
Ama madalyonun bir de öteki yüzü vardır. Belki de asıl yüzü demek gerek!
Madalyonun o yüzünde bize benzeyen hayvanlar var.
Sinsi, korkak, aptal, inatçı, hassas hayvanlar...
Hatta zeki, geveze, yardımsever, şımarık, nankör hayvanlar var...
Doğru mu bu?
Benim kedim uslu ve anlayışlı da... Başkalarının kedilerine bakıyorum; kimininki haylaz mı haylaz... Kedi sevmeyenlere bakılırsa bu hayvanlar nankör!
Köpeklerin durumu da farklı değil! Kimisi şımarık ruhlu, kimisi inanılmaz ağırbaşlı...
Doğru mu bunlar?
Kafesine düşen küçük çocuğu dev gorilin ötekilerden korumak için kucağına alıp sakladığı doğru mu?
Bilime göre, bu soruların yanıtı açık: Hayır, doğru değil!
İnsanoğlu yaşam hakkı tanımak; yakın ilişkiler kurmak için doğada ne varsa kendisi gibi olsun, kendisine benzesin istiyor.
Sanki insan insana çok iyi davranıyormuş; haklarını gözetiyormuş gibi...
Sanki insan insanı çok iyi anlıyormuş gibi, hayvanları da kendisi gibi değerlendiriyor.
Buna bilimde antropomorfizm deniyor; yani insanbiçimçilik.. Ona buna insan biçimi verererek, insan muamelesi yaparak gerçeği çarpıtmak yani..
***
Bu konularda yaptığı araştırmaları arka arkaya kitaplaştıran Stephen Budiansky'nin son yapıtı "If A Lion Could Talk-Aslan Konuşabilseydi" adını taşıyor. Budiansky'e göre artık kendi duygularımızı hayvanlara yansıtmaktan vazgeçmeliyiz.
Kitabın adı ünlü filozof Wittgenstein'ın şu sözünden kalkarak konulmuş: "Aslan konuşabilseydi, onu anlayabilirdik!"
Budiansky ise "Aslan konuşabilseydi onu anlayabilirdik belki. Ancak o zaman da artık karşımızdaki bir aslan olmazdı!" diyor.
The Atlantic dergisinin editörleri soruyorlar araştırmacıya:
- Peki, balinalar, yunuslar, şempanzeler gibi iletişim kurma becerisi kanıtlanmış hayvanlar için ne diyeceksiniz? Budiansky çok önemli bir noktaya parmak basıyor: "Dille iletişim arasında keskin bir fark vardır. Değil hayvanlar, bitkiler bile iletişim kurarlar. Fakat dil başka bir şeydir. Dil yalnızca haberleşmemizi sağlamaz; düşünmemizi, hatta düşüncemiz üzerine düşünceler üretmeyi mümkün kılar."
- Hayvan davranışlarının arkasında bizimki gibi duygular yoksa, ne var?
Budiansky bu soru karşısında onu kitabını yazmaya iten olaylardan birini anlatıyor: "Üç yaşında bir çocuk ayağı kayıp hayvanat bahçesindeki gorillerin kafesine düşüyor. Sekiz yaşındaki dişi goril çocuğu korumasına alıyor, erkek gorillerin saldırısından koruyup bakıcılara teslim ediyor... Dünyanın her yerinden muhabirler, televizyon kameraları gelip olayı öyküledi. Fakat birkaç ay sonra başka bilgiler edinildi ve bunlar basına yansımadı. Hayvanat bahçesi yetkilileri bu ortamda yaşayan hayvanların yeni doğan yavrularına iyi bakamadıklarını saptamışlardı. Bu yüzden goriller de yavrularını hemen bakıcılara teslim etmek üzere özel olarak eğitilmişlerdi. Yani o sırada küçük çocuğu yavru sanan dişi goril gerçekten de "doğru olanı yapmıştı" ama hassas koruma içgüdüsüyle değil, öyle eğitildiği için yapmıştı bunu..."
Burada bir noktayı yanlış anlamamalıyız: Budiansky hayvanların "sağır ve dilsiz" olduklarını veya robot olduklarını söylemiyor. Sadece onların bizimle aynı dünyayı, aynı duygular dünyasını "paylaşmadıklarını" artık kabul etmemiz gerektiğini söylüyor. "Bizden farklılar ve asıl dikkat çekici, parlak, ilgiye değer olan şey de bu!"
***
Neden bu konuyu köşeme aldım?
Birincisi, "Pazartesi Sendromu"nu atlatmak için güncel olan yerine bilimsel olanın geniş zamanına sığınmak fikri hoşuma gitti.
İkincisi de şu soruyu tartışmaya açmak: Yabancıları sevmekte zorlanıyoruz. Küçük bir numara yapıp onları "kendimize" benzetiyoruz. İyi de, doğru mu bu? Bu muamele onlara reva mı? Çünkü "dost" diye severken güzel de, "nankör" diye görünce işler çirkinleşiyor... "Nasılsa öyle sevmeyi" bir gün öğrenecek miyiz?
DİKKAT!
Firenze değil Floransa
Nasıl London değil, Londra'ysa bizim dilimizde o şehir; nasıl München değil de Münih ise... Orası Floransa!
Nereden çıktı anlamıyorum! Birden basınımızda bir "Firenze" tutkusu başladı. Önce bu şehri tanıyan, İtalya'ya nostaljik duygularla yaklaşan yazarlar Firenze diye yazmaya başladı. Ardından haber başlıkları da böylesini tercih eder oldu.
İlginç fakat yanlış. Bizim kültürümüz bu şehri adlandırırken Romalıların "Colonia Florentia"sını (Çiçeklenen, gelişip serpilen şehir) tercih etmiş. Şimdi neden değiştirelim ki!