kapat

21.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Nokia
HAŞMET BABAOĞLU(hbabaoglu@sabah.com.tr )


Pazar öyküsü: Aşkın gözleri

Her şey küçücük bir cafe'de geçti.

Duvarları 50'lerin Avrupa şehirlerinden siyah beyaz fotoğraflarla süslenmiş bu mekâna, dünyaya yeniden doğar gibi girdi adam.

Hep öyle girerdi...

Demir kapıyı zorlukla iter; o sırada pişmanlık geçirir, geri dönmek ister ama artık çok geç olduğunu farkederdi.

Cafe'de oturanların bakışları anasının rahminden yeni çıkmış bir bebeğin kıçına indirilen şaplağı andırırdı: Ağlamayı kes, yaşamaya bak!

Şanslıysa tam girişteki tabureye çarpmaz, bar tarafındaki askılığı devirmeye kalkmazdı.

O gün de her zaman olduğu gibi yine hızla ve aynı yöne; cafe'nin en uç köşesindeki masaya bir bakış fırlattı.

En uç masa genellikle boş olurdu...

Şimdi doluydu.

Yakası paçası dağılmış Parisli beyefendinin amatör striptiz kulüplerinden birinde elinde kadehle Amerikalı fotoğrafçıya poz verdiği sahnenin altında... Tam o masada, o fotoğrafın altında genç bir kadın oturuyordu.

Adam kapının karşısındaki masayı kendine seçti ama aklı en uçtaki masada oturan kadında kaldı.

Kendi halinde bir güzelliği vardı genç kadının. Belki güzellik bile değil, sadece güçlü bir ışıktı bu! Cafe'nin loşluğuyla hiç uyuşmayan bir aydınlıktı...

"Acaba bu yüzden mi?" diye içinden geçirdi adam; "diğer masalardakiler ona sırtlarını dönmüşler?"

Çünkü yarı uyku halindekiler, gün ışığından kaçanlar durup dururken gözlerinin kamaşmasını istemezlerdi...

Cafe'nin müdavimlerini ya çoktan sır olmaktan çıkmış bir dedikodunun yeniden dillendirilmesi ayıltırdı; ya da aralarına yeni katılan birini baştan çıkartmak için birbirleriyle yarışmaya kalkışmaları!..

Orada her şey akışkandı; kahve, espresso, rakı, portakal suyu, martini, kola... Şehvet de iffet de; nefret de aşk da; her şey sözlerin akışında başlayıp bitiyordu.

Bu, adamı hep rahatlatmış; neredeyse her gün hayatın katılığından kaçıp cafe'deki sıvı ortama sığınmıştı.

En uç masadaki genç kadın farklıydı...

Adama öyle gelmişti belki de...

O kadar farklıydı ki genç kadın; içeri giren hiç kimse başını çevirip bakmıyordu ona!..

Sanki tehlikeliydi onunla göz göze gelmek. Başka bir gezegenden gelmiş gibiydi. Güzel sözleri gerçek sanabilir; kızarsa gerçekten kızar, severse gerçekten severdi belki..

Eh, bu da cafe'nin müdavimleri için hiç çekilmezdi!..

Onlar gördüklerini daha sonra unutmak için bakarlardı...

Bütün yenilgilerinin açısını dindirmek için yüksek sesle tartışırlardı...

Garson ona hiç sormadan, kendinden emin biçimde kahvesini getirdiğinde adamın gözleri yan masada oturan ve yüksek sesle çevresindeki erkeklerle şakalaşan kadının kalın bantlı, alçak topuklu ayakkabılarına takıldı.

"Al sana!" dedi adam kendi kendine; "Hayat dersinde sınıfta kalmaktan korkanlardan biri! Eve gitmeden önce bir 'tasdikname' alıp içini rahatlatmak üzere buraya uğruyor..."

Uç masadaki genç kadın ise tam tersiydi; kimseden bir şey talep etmiyordu!

Sadece bakıyordu. Dupduru biçimde...

Bir ara tuvalete gitmek için masalara tutunarak zarif ama neşeli adımlarla geçti mekânın ortasından. Geri gelirken genç kadının başı dönüyormuş gibi geldi adama.

Cafe'nin müzik setinde kırılgan bir şarkıcının albümü dönüyordu. "Gecenin en karanlık saatlerinde/Hani bütün alem derin uykudayken/Ben mumlarımı yakar anılarıma dalarım" deniyordu şarkıda.

Garson ikinci kahvesini masaya bırakmıştı ki, karar verdi adam.

Yerinden kalktı. Genç kadının masasına doğru yöneldi.

Delikanlı çağından bu yana hiç yapmadığı bir şeydi bu...

Genç kadının masasına; tam karşısına oturdu.

Onun bakışındaki ışığın aynı zamanda insanın içini de ısıttığını hissetti...

"Merhaba" filan gibi sıradan bir lafla başlamak istedi adam. Olmadı. Dili tutuldu!

Genç kadın gülümsüyordu... Hiç itmeyen; ne alaycılık ne de çekingenlik taşımayan bir gülümsemeydi.

Sanki gülümseyerek nesneleri yerli yerine yerleştiriyor; gülümseyerek düşünüyordu.

Dudaklarının iki yana doğru hafif gerilerek açılışı adamın çok hoşuna gitmişti...

Ve gözleri!..

Adamın ağzından "gözleriniz" sözü çıktı.

"Gözleriniz..."

Arkası gelmiyordu bir türlü.

Kadın bir kedi gibi mırıldandı:

"Evet! Görmüyorum!"

***

Bu öykünün sonrası, kahramanlarından başkasını ilgilendirmez.

Sadece adamın o anda aklından geçirdiklerini yazmalıyım.

"Tamam" demişti adam; "tamam işte! Kadınımı buldum; çünkü ona kendi gözlerimi vereceğim. Dünyaya benim gözlerimle bakacak!"

Sonrası...

Aşk biraz saflık, biraz inatçılık, biraz da engel tanımayış değil midir?

Ve aşk büyük bir ameliyat değil midir? Zor ve güç bir ameliyat?..

Ama başka bir yönü de var tabii...

İnsan canı çok sıkkınsa, bir bakışta aradığı serüveni bulduğunu sanır.

Ve buna da aşk deniyor galiba. Gittiği yere kadar!..

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır