


'Şimdi tartışma zamanı'
Bundan yıllar önce ihanet suçuyla mahkum ettiği karısından ayrılan, ama onu hala seven bir arkadaşım, geçenlerde şöyle dedi:
"Biliyor musun, şimdiki aklım olsa ayrılmazdım. Çünkü şimdi onun o zaman yaptığını ihanet olarak algılamıyorum. O günlerde karım yaptığı şeyin bir ihanet olmadığını bana anlatmak için ne kadar yemin billah etmiş, gözyaşı dökmüştü. Aradan yedi yıl geçti, şimdi ben onun ne demek istediğini anlıyorum. Onun yaptığı eylem değişmedi, ama benim ihanet anlayışım değişti."
Ertuğrul Özkök'ün Cuma günkü köşesinde yazdığı bir cümleyi okurken arkadaşımın o acıklı itirafı geldi aklıma... "Şu soruyu sorup, üzerinde ciddi bir şekilde tartışmanın zamanı geldi: Üniversitelerdeki türban yasağı kaldırılsa ne olur?" diyordu Özkök. Arkadaşım için geri dönüş mümkün değil. Çünkü o, zamanında anlamadığı karısını ilelebet kaybetmiş bulunuyor. Özkök'ün türbanlı öğrencileri anlaması için ise hala vakit var. Çünkü o öğrenciler hala üniversite kapılarında acı çekiyor ve bu ülkedeki etkili isimler için "zamanın gelmesini" bekliyor.
***
Ne yazık ki herkes için aynı zamanda gelmiyor "zaman". İdrakin gongları herkes için başka zamanlarda vurabiliyor böyle. Ve insanlar, gong kendileri için vurduğunda, o anı "doğru an"; karşılarında yıllardır ayan beyan görülmeyi bekleyen gerçeğin kavranabileceği tek zaman sanabiliyor. O gerçeğin ancak o anda keşfedilebileceğini; o tartışmanın ancak o zaman başlayabileceğini; o değişimin ancak o zaman yapılabileceğini zannediyor.
Kendi geçmişiyle tutarlı kalabilmek için de "O zaman öyle gerektiğine", "O gün için doğru olanın o olduğuna", "ama artık başka türlü düşünmenin ve davranmanın zamanının geldiğine" hem kendini hem de bizi inandırmaya çalışıyor.
Bu da kolay anlaşılabilir bir şey...
İnsan, hayatının bir döneminde baş koyduğu fikirlerin fos çıktığını öyle ha deyince kabul edemiyor. Üstüne bir politik kariyer inşa ettiği siyasi çizginin aslında bal gibi saçmalık olduğunu kolay kolay içine sindiremiyor. Hatta bazen bir polemikte yenik düşmeyi bile göze alamıyor.
Çünkü çoğu insan, fikirleri yanlışlanınca, bütün varlığı yanlışlanmış gibi hissediyor. Kendini fikirleriyle o kadar özdeşleştiriyor ki, fikirleri çürüyünce vücudunun da çürüyeceğini, değersiz hale geleceğini sanıyor. Fikirlerinin Ğhatta en öz malı zannettiği fikirlerinin bile- aslında "kendisinin" olmadığını, onları hayat boyu ordan burdan okuduğu, dinlediği şeylerden; gördüklerinden, yaşadıklarından devşirdiğini unutuyor. Fikirlerin dönek olduğunu; daha da ötesi, dönekliğin fikrin tabiatında gizli bir erdem olduğunu görmüyor.
O yüzden de, diyelim 27 Mayıs'ın o devrim derken de darbe olduğunu, proletarya diktatörlüğünün, o uğruna ölmeye hazırken de Nazizmden farksız bir insanlık suçu olduğunu; ya da türban yasağını tartışmanın zamanının çoktan geldiğini, hatta o yasağı daha konmadan tartışıp engellemek gerektiğini kolay kolay kabullenemiyor.
***
Böyle durumlarda onları fazla hırpalamamak gerekir. İnsanları sıkıştırmanın, hatalarını kafalarına kakmanın hiç kimseye faydası olmaz. Tersine, "öz savunma" denen o kalın kabuğun, göz açıp kapayıncaya kadar tekrar oluşuvermesine ve gerçeği kabullenmek üzere olan zihni yeniden kendi içine hapsetmesine neden oluruz.
Eğer bu ilk sıçramayı yapan insan, fikir namusu olan bir insansa, gerisi mutlaka gelir. Zaten, "artık zamanı geldi" sözünü sarfettiği anda bile, kafasının bir kenarında bunun "kendisi için zamanı" olduğu konusunda bir kuşku vardır. Zaman geçtikçe bu kuşku büyür. Yeni varılan fikri aşama olgunlaşıp derinleştikçe; karşıtlarına karşı savunma içinde iyice içselleştikçe, ilk zamanlardaki öz savunma refleksinin yerini bir rahatlık, bir öz güven duygusu alır. Yıllar geçer, artık hem başkalarına hem de kendine karşı daha toleranslıdır. Bir gün bir bakarsınız, sıradan bir şey söyler gibi, "Ben de o zaman amma halt etmişim" deyiverir.
Bu öyle kendiliğinden ve rahatça olur ki; ağzından çıkana kendi de şaşırır.