kapat

15.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Nokia
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


"20. Yüzyılı da ıskalarken..."

Dış yolculuklardan dönenlere en çok sorulan soru şudur:

- Türkiye'yi dışardan nasıl görüyorlar?

Yabancı ülkeleri, yabancı toplumları görmüş olan kişi de; her gittiği yerin özünü, dokusunu, tılsımını bir bakışta çözüvermiş ultra modern bir kompütör bilgiçliğiyle soruyu şöyle cevaplandırır:

- Vallahi bizi gerektiği kadar tanımıyorlar. Lübyana'da bir otele indim. Resepsiyondaki memur İstanbul'u Türkiye'nin başkenti sanıyordu. İstanbul, İmparatorluk zamanında başkentti; şimdi başkent Ankara'dır, dedim.

Dinleyenler arasında da dışarı çıkmış olanlar varsa, kendilerinin de dünya görmüşlüğünü belirtmek için:

-Doğru, derler, ben de Floransa'da bir şoföre rastlamıştım, hangi millet olduğumu sordu. Türküm, dedim. Adam başını çevirip yüzüme baktı, niye fesiniz yok, dedi. Atatürk'ün devrimlerini anlattım. Fesi atıp şapka giyeli elli yıl oldu. Sizin dünyadan haberiniz yok, dedim.

Kimse kimseye ne Lübyana'daki resepsiyon şefiyle, ne Floransa'daki şoförle hangi dilden konuşmuş olduğunu asla sormaz.

Bu bir şirin gizli anlaşmadır. Herkes karşılıklı olarak, birbirinin yabancı bir dil konuştuğunu kabul etmiş görünür.

Ve yolculuk anıları avcı palavralarına taş çıkartan bir şişirme ve şişinmeyle sürüp gider. Bu hikâyelerde daima en zeki, en kurnaz, en taşı gediğine koyan, en hazır cevap, en milliyetçi, en saf, en babayağni, en kül yutmaz, en cesur, en çapkın, en etik, en becerikli, en patavatsız, en dobra; velhasıl anlatılan konuya göre en sevimli olan da, anılarını anlatanın bizzat kendisidir.

Oysa tam olarak ne Türkiye'nin dış dünyayı anlayabilme olanağı vardır, ne de dış dünyanın Türkiye'yi...

Nedenine gelince... Ne toplumsal yapılarıyla oluşumlarının; ne kültür birikmlerinin; ne de bugün içinde bulundukları "dönem"lerinin, ortak hiçbir yanı yok gibidir.

Örneğin çağdaş kültürün çizelgesi üç büyük nirengi noktasından geçmektedir:

Hıristiyanlıktan, Rönesanstan, Marksçılıktan...

Hıristiyanlıkla Rönesans, Batı kültürünün gelişiminde özü etkileyen unsurlardır. Marksçılık ise Batı kültürünün dışında kalmış toplumları da, çağdaşça sarmalayan evrensel boyutlarla çıkmıştır ortaya... Ve yepyeni bir kültür oluşturmaya başlamıştır.

Bunun en tipik örneği Çin'dir.

Hıristiyanlıkla Rönesanstan hiç mi hiç etkilenmemiş olan Japonya bile, Marksçılığı bir kıyıya itememiştir.

Arap dünyası da itememektedir. Afrika da itememektedir.

Türkiye ise bu çağdaş kültür çizelgesinin, en dışında kalmış görünen ülkelerden biridir.

O yüzden de Türk politikacıları bir dünya görüşünü savunmaktan çok, Türk milletinin soyluluğu ile atalarının kahramanlığını anlatmaktadırlar.

Her insan dünyanın bir bölgesinde doğar. Kimi Kanarya adalarında, kimi İsfahan'da, kimi Yozgat'ta, kimi Madagastar'da...

Ne Kanarya adalarında doğan İsfahan'da doğandan daha önemlidir; ne Yozgat'da doğan, Madagaskar'da doğandan daha önemli... Kişinin iradesi dışındadır doğduğu yeri seçmek. İrade dışı rastlantılar ise, bir başarı övünmesi gibi değerlendirilmemelidir.

İnsanoğlu uzaya giden araçları yaptığı için övünebilir; yahut penisilini, veya radyoyu bulduğu için... Ama hiçbir çabaya dayanmayan bir doğum yeriyle övünmek, hem de dünyaya karşı övünmek; bir duygusal coşkuyu gösterse de, bilimsel bir ciddiyeti göstermez.

Ve böyle bir övünme çağdaş dünya ile dialog kurmaya yetmez.

Bir İtalyan, bir Belçikalı'yla konuşurken, gerçek bir dialog kurmak istiyorsa hemen dünya görüşünü açıklar:

- Hıristiyan demokratım, der; sosyalistim der; komünistim, der.

Belçikalı da açıklar kendi dünya görüşünü.

O da ya:

- Ben de liberalim, der, yahut Hıristiyan sosyalistim der, yahut komünistim, der.

Aralarında ya kaynaşırlar, ya tartışılar.

Türk demokrasisi ise çağdaş dünya görüşlerini yansıtan siyasal örgütlerden yoksun gibidir.

Parlamentosunda ne sosyalistleri vardır, ne komünistleri...

Sermayecileri de, ne Rotshchild'lerin, ne Morgan'ların, ne Niyarkos'ların dünyasındaki bütünleşme içindedir.

Öyleyse bir Türk, dış dünya ile herhangi bir fikir ve görüş düzeyi üstünde dialog kurmaya nasıl yönelecektir?

Olsa olsa ırksal kökenini siyasal bir tutummuş gibi ortaya koyacak ve karşısındaki Alman:

- Ben bir sosyal demokratım, derken; o da:

- Ben sadece Türküm, diyecektir.

Aralarında ne anlaşmaya, ne tartışmaya dönük bir dialog kurulabilecektir.

Türkiye'nin yeryüzündeki yalnızlığının başlıca nedenlerinden biridir bu. Türkiye demokrasi iddialarına rağmen, içe kapalı ve totaliter katılığını esnekleştirememiştir.

Türkiye; aşiretleri, ağaları, kitap yasakları, fikir suçları ve dışarda paraleli olmayan garip partileriyle, çağdaş kişilerin anlayamayacağı, eşi benzeri bulunmayan bir demokrasidir.

Böylesi bir demokrasinin erdemliğini yeryüzünde alkışlayacak bir kamuoyu bulmak, herhalde kolay değildir pek.

Boyuna kendi kendimizi alkışlayarak avunmamız da belki bundandır.

Yazarlık yaşamım süresince ne zaman sömürü hesaplarını açıklasam; emekçilerin ezildiğinden, haklarının yendiğinden söz etsem, karşıma daima Şark usulü palavralar çıkarıldı:

- Bunlar halkı zehirleyen sözlerdir.

- Moskova ağzıyla konuşma.

- Sen ne biçim Türk'sün?..

Falan...

Türk olmak mutlaka; ya kapkara bir beyinsiz, ya soyguncudan yana bir yılıbık mı demektir?

Bir Türk, iktisadi rakamlar üzerinde analizler yapamaz ve devlet eliyle kişilerin nasıl zengin edildiğinin mekanizmasını ortaya koyamaz mı?

Bütün yazdıklarım, ya gazete sütunlarında, ya kitaplarda olduğu gibi duruyor.

Kuzum elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin:

- Hangisi yanlış çıktı?

Siz de biliyorsunuz ki, hepsi doğru çıktı. Mahkeme koridorlarına gömülen yıllarım da; -işsizlik, sıkıntı ve daha birçok belanın yanında- Türk demokrasisinin naçiz kalemime lütfettiği bir armağan olarak kaldı.

İkide birde onu bunu küçümseme rahatlığını artık biraz ırgalamak gerektiğine inanıyorum. En kızgın ve kırgın olduğumuz komşularımızdan biri Yunanistan.

Demokrasi alanında Yunanistan'dan geri kalmış olmayı, başkalarının gönlü götürse de, benim gönlüm götürmüyor.

Niçin Yunan demokrasisi, Türk demokrasisinden daha geniş kanatlı, daha dünyaya açık ve daha sempatik olsun?

Ne Hıristiyanlık dayanışması, ne eski Yunan uygarlığının etkisi yetmez bunu açıklamaya.

Yunan demokrasisinde fikir özgürlüğü var, bizde yok. Bunun da suçunu Hıristiyanlık dayanışmasıyla, eski Yunan uygarlığı sevgisine bağlayamayız.

Demokrasiyi bir türlü tam olarak uygulayamamaktaki katılık kendimizden geliyor. Ve bu nedenle dış dünya ile çağdaş dialoglar kuramıyor; yeteneklerimizi çağdaşlığa dönük olarak geliştiremiyor; ihracatımızı arttıramıyor; binbir demagojiyle, yazarımızı, çizerimizi, gencimizi, emekçimizi eze bitire; kendi kendimizi harap edip gidiyoruz.

Not: 25 yıl önce yazılmış bir yazı... "Kahrolsun Komünizm diye diye Globalleşme"den...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır