kapat

15.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Ya AB, ya barbarlık
Roman ve denemeleri birçok dile çevrilen Orhan Pamuk insan hakları ve demokrasinin önde gelen savunucularından. Pamuk'a göre bugünlerde gerici mi, yoksa ilerici mi olduğumuzun ölçütü AB karşısındaki tavrımız!

Orhan Pamuk, "Benim için kötü adamlar, AB'ye girilmesini istemeyenler! Yani gericiler, avantacılar, demokrasi düşmanları, mafyacılar" diyor

* Sizin gözünüzden 2001'in başında Türkiye'nin manzara-i umumiyesi nasıl görünüyor?

Çok kötü. Türkiye bütün kültürüyle, kamuoyuyla, medyasıyla yılbaşına çok kötü girdi. Belki de dünyanın en morali bozuk ülkesiydi. Borsası düşmüş, yolsuzlukları inanılmaz boyutlara varmış, demokrasisi sakat, F tipi hapisane koşulları yüzünden de iyice hırpalanmış bir ülke. Bir moral bozukluğu var. Olup biten her şey, Türkiye'nin geleceğini, safların yavaş yavaş bir çizgi etrafında yeniden şekilleneceği, gelecekteki bütün kararların üzerinde odaklaşacağı AB sorununu gösteriyor. Sorun, bir kehanet olarak Türkiye yarın ya da öteki gün girecek mi girmeyecek mi değil. Türkiye Avrupa'ya girebilmek için gerekli yapılanmayı gösterecek mi göstermeyecek mi? Avrupayı da bırakalım Türkiye kendisini demokrat, açık, yaratıcılığı destekleyen özgür bir ülke haline getirecek mi getirmeyecek mi. Şu anda her şeyin bu sorularda odaklandığını görüyorum.

SAĞ-SOL BİTTİ
* Bu sorulara hangi verilere dayanarak cevap vermeye başlıyorsunuz? Örneğin siyasete baktığınızda hangi ipuçlarını görüyorsunuz?

Eskiden gelen, yerleşmiş olan sol partiler var, sosyal demokrat partiler var. Popüler orta sağ partiler var. Biraz daha sağda yer alan, milliyetçi ya da dine önem veren partiler var. Bütün bu eski tablo AB'nin ortaya çıkışıyla değişti. Bütün bu partiler içersinde AB'ne derin bir şekilde karşı olanlar da var. AB'ne daha olumlu bir şekilde yaklaşanlar da var. Ancak bütün partiler içinde özgürlükçü bir toplumu isteyenler daha az. AB bu yüzden politikanın satranç tahtasındaki taşların yeniden yerleşmesine yol açan yeni bir alan oldu. Herkes ona göre belirliyor kendi durumunu.

TERSİ DİKTATÖRLÜK
Özetle söyleyeyim. Benim sözlüğümdeki bütün kötü adamlar; gericiler, Türkiye'deki sakat demokrasinin daha da sakat olmasını isteyenler, Türkiye'nin açık bir toplum olmasını istemeyenler, avantacılar, mafyacılar, rantlarla beslenenler, enflasyon zenginleri AB'ne girilsin istemiyor

* Geriye neredeyse başka bir şey kalmadı Türkiye'de... Tanımları daha sağlam yapalım. Kim bunlar?

Kim olduklarından daha önemli bir nokta var. Artık gelinen nokta şu: Türkiye ya AB'ne girmeye çalışacak, onun için kendini değiştirecek ya da bir çeşit gerilik, barbarlık ve diktatörlüğe gidecek. Sorun bu. Çok net: Ya AB, ya barbaralık. Ya AB ya diktatörlük. Ya AB ya iptidailik.

* İyi ama eskiden AB mi vardı?

Bu sorulabilir. Eskiden barbar mıydık, denilebilir. Öyle bir durum yok. Yaşadığımız kültür tutucusuyla, gericisiyle, açık toplum seveniyle, çeşitli renkleriyle bir bütündü ve demin söylediğim kötülerin hepsi aynı gemiye binmemişti. AB'nin dayattığı kriterler, bu kriterlere cevap verme zorunluluğu, kötü adamları alel acele aynı gemiye bindirdi. Ve böyle bir hesaplaşma başladı.

* Anladığım kadarıyla gericiliğin yeni tanımını yapıyorsunuz. Ve bu yeni tanımın salt dincilikle ilgisi yok.

Evet, ondan mevcut kurulu düzeni olduğu gibi muhafaza etmek isteyen ve geçmiş kültürdeki baskıcı, özgürlüğü kısıtlayıcı, babaerkil, kadınları dışarıda bırakıcı, küçümseyici, marjinal çevreleri dışlayıcı kesime gerici diyorum. Bu kesimler AB'ne de karşı. Çünkü AB'nin bizim maneviyatımızı, milli birliğimizi, şuyumuzu buyumuzu, bizi biz yapmaktan çıkaracağını düşünüyor.

* Hiçbir kesim açıkça "Ben AB'ne karşıyım" demiyor.

Yok, açıkça AB'ne karşıyım diye yazılar yazılıyor. Askerler de AB'ne karşıyız diyemiyor. Çünkü AB "Devlet" politikası. Ama öte yandan Başbakan, AB için birşeyler yapmaya çalışırken, onun elini kolunu bağlayan şeyleri söylüyor. Ülkemizde yaşayan geniş kesimlerin, halkımızın, safiyane hayaller içinde bir AB fikri var. Girivereceğiz oraya zannediyor. AB'ne girmek istiyorlar ama bunun fiyatını, zorluklarını, ne yapılması gerektiğini bilmiyorlar.

Düşman oldukların ezilirken sevinme!

* İlahiyat fakültesindeki türban olayı nasıl bir gösterge?

Tabii ki korkunç bir gösterge. Din, maneviyat okumaya geliyorlar. Gereğinde devlet onları hoşgörüyor, destekliyor. Sonra bir karar değişikliği yaparak onları istemedikleri bir kıyafete sokuyor. Öğrencilerin, hele inançları doğrultusunda din okumaya gelenlerin üniversiteye istedikleri kıyafetle girememeleri bir felaket. Daha felaketi bütün ülkenin bu baskı görüntüleri, bu baskı kültürüyle, her gün elinde kitabı çantası, kapıdan dönen öğrencilere tanık olarak iç içe yaşaması. Öğrencilerin bazıları peruk takarak, bazıları saçlarını çaresizlikten açarak içeri giriyorlar. Bu da bir ikiyüzlülük kültürü. Bu baskıcı kültürü her akşam televizyonlarda görmeye alışmamız, bunlardan utanmamamız, "Ne yapalım işte onlar da öyle olmasaydı" diye geçiştirmemiz , insani sorunları, bu acıları her gün çoluk çocuk ailecek görüp, "Bunlar düşmanlarımızın sorunları" diye bakan bir kültürde yaşıyor olmamız, "laik" ya da modernist kesimde yaşayanların, öteki kesimde yaşayan insanların acılarına tanık olup "Oh olsun" şeklindeki ahlak anlayışı içersinde yaşamaya çalışmaları bir felaket.

* Ya diğer kesimin ahlaki borçları?

Aynı şekilde muhafazakar kesimdeki insanların gene bu baskıcı kültürde yetişe yetişe solculara, hapisanedeki aşırı solculara, açlık grevi yapan nisanlara son derece kaba, anlayışsız duyarsız bir şekilde yaklaşması, sözümona işte özgürlükçülüğü savunan maneviyatçı, 28 Şubat'tan çekmiş "İslamcı" kesim de sırf MHP yi sıkıştırmak için Apo'nun asılması konusunda herkesten daha fazla asma yanlısı neşriyat yapması, bütün bunlar şunu gösteriyor. Eğer toplumun temel sorunlarını, acımasızlıkla, baskıyla, şiddetle, anlaşma olmaksızın çözme kültürü devletin kalbinde yatıyorsa, o devlete muhalif olanlar da, sözümona kenarlarda olanlar da, hepimiz de, "Ah bu bir fırsat, düşmanlarımız, karşı cenah cezalanıyor" mantığı ile hareket etmeye başlıyoruz. Bu acımasızlık, aynı ülkede yaşadığımız insanlarla kendimizi aynı gemide hissetmememiz, onun elini sıkıp işi demokrasi içinde çözme içgüdüsünü asla geliştirememek, ilk fırsatta, tokat atıp, tükürüp onun süründüğünü görmek isteği asıl bizim Avrupa'ya girip girmemek, kültürümüzün, kimliğimizin değişmesi sorunlarının etrafında döndüğü yer.

Gün gelir onlar bizi değiştirir!
* AB'ye iyice girilemez hale gelinsin diye, bu ortamda hangi senaryolar sahneye konuluyor?

Senaryo üreten böyle insanlar vardır belki ama ben inanıyorum ki AB karşısında en tutucu olanlar bile, bir yerde iyiniyetliler. Çünkü onlar zannediyorlar ki, biz o kadar bulunmaz hint kumaşıyız ki, hiçbir şey yapmasak, hiç değişmeseke bile, AB bizi en sonunda bu halimizle bile alır.

*İronik bir şekilde bunda da gerçek payı yok mu?

Evet var. AB bizi bu halimizle almaz. Ama büyümesinin sınırlarına gelince, Türkiye'nin yanıbaşında 60 milyonuyla, kötüler tarafından yönetilen barbar bir ülke olmasına tahammül edemeyip zorla değiştirir. İktisadi baskıyla değiştirir örneğin. Unutmamak gerekir ki AB'nin önünde yalnız diplomatik baskı yolları değil, çok daha güçlü olan, Türkiye bunları çözmezse çok daha ağır fiyatlar ödetecek, Türkiye'nin gururunu kıracak ekonomik baskı mekanizmaları var. Türk ekonomisi bütünüyle bugün Batı ekonomisine bağlıdır ve onun dışında hareket edemez. Bugün AB'nin karar mekanizmaları ekonomik baskıları Türkiye üzerine uygulayacak kadar güçlü değil ama yarın Türkiye'yi yola getirmek için kullanacaktır.

Bunun adı ikiyüzlülük tiyatrosu
* Beyaz Enerji Operasyonuyla ilgili haberleri izlerken neler düşünüyorsunuz?

Askerin siyasete karışması bildiğimiz şey. Sanki "Aaa ilk defa duyduk, demek böyle bir şey varmış, çık çık çık; çok şaşırdık vallahi!" havasında tartışılıyor. Durum ne olursa olsun, askerin demokrasiye karışmaması gerektiğini söyleyen devlet adamına, bakana, başbakana destek verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

* Düğmeye biz bastık diyen komutanın bulunamamasını nasıl karşıladınız?

Kendi aramızda açık toplumda olduğu gibi konuşamıyoruz. Herkes biliyor o demeci verenin kim olduğunu. Herkes "Ay vallahi bilmiyorum. Kim olsa gerek? Biz sorduk soruşturduk Böyle biri yokmuş" diye yalan söylüyor. Herkes topu başkasına atıyor. Konuşamıyor, yazamıyor, bilmezlikten geliyor. Açık bir topluma yakışmayan bir "iki yüzlülükler tiyatrosu" oynanıyor. Açık bir toplum olmadığı için ancak Sovyetler Birliği'nde, diktatörlüklerde olabilecek saçmalıklar yapılıyor. Bu durum yalnız askerle alakalı değil. Aramızda iletişim olmadığını, kapalı bir toplumda yaşadığımızı gösteriyor.

NURİYE AKMAN


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır