Saraydan sefer” kaçamaklar
'Avcı' lakabı ile anılan ya da 'seferde' olan pek çok padişaha karşın deplasman fatihi Kanuni Sultan Süleyman salon 'antrenmanları'ndan kaçınmıştır
Antrenmanda olmak, artık herkese mahsus bir deyiş... Eskilerin padişahı, veziri ya da kâtiban sınıfından bir Meşrutiyet zamparası da açıklama gerektiğinde bu deyişi farklı kullanmışlardır.
Yakın dönemlerin "Kaçak et kesmek" deyimi şimdilerde daha usulüne uygun olarak ifade ediliyor. Muhabbetin koyulaşıp, "iki gönülün bir olduğu" anlarda bile tarafların başka bir gönüle meyyal olması, beraberinde yeni "yalan"ları da gündeme getirdi.
Eski devirlerin aşk defterlerindeki sayfalar bu kaçamak ya da ihanetlerle dolu. Benzer tavır bu konuda saraylı ile yoksulu eşitliyor. Eylem aynı, değişen sadece eylemin biçimi...
Padişah için işler biraz daha zor ve karışık. 100'ün üstündeki odalık ve "Has kadın"a durumu anlatmak yani "kıvırmak" pek kolay olmasa gerek. Galiba en uygunu "Seferdeyim" demek... Ancak "seferi" olanların bu kaçamakları daha bir dikkatle yapması gerekiyordu ve eğer umumi anlamda fetih tamamlanmışsa mesele yoktu. "Kem göz"lere ve muarızlara koz vermemek ve tahtın sallanması için bu konuda azami dikkatin gösterildiğini biliyoruz.
Ama III. Murat ve İbrahim'de olduğu gibi bazı padişahların deplasman yerine kendi sahalarını tercih ettiği de biliniyor. Özellikle III. Murat, şehzade döneminde Manisa'da ilk "antrenman"ları Baffo (Safiye Sultan) ile yapmıştı. Padişah olduktan sonra antrenmanları sıklaştıran Murat, en fazla cariye ve çocuğa sahip olduğunda hem yerli hem de yabancı kaynaklar birleşiyor. 200'ün üstünde "odalık" padişaha verdiği "antrenman"la hem onun kondüsyonunu geliştirmiş hem de saraya zenginlik kazandırmıştı. Kimilerine göre 130 çocukla erişilmesi güç bir rekorun sahibi olan III. Murat ilk zamanlar Safiye Sultan'a için için yanıp kavrulmuştu. Ama sonrasında işler değişmiş, Safiye Hanım devlet işlerine, padişah da öbür işlere yönelmiştir. Safiye Sultan aradığında bul bulabilirsen Murat Efendi'yi. Misal:
- Dün zat-ı alinizi aradım efendim.
- Antrenmandaydım. Malumunuz Ceneviz meselesi beni çok yormuş idi. Kağıthane'de hem cirit attım hem de güreş tuttum sultanım.
Vesikalara bakarsak, bütün şartlar müsait de olsa bazı padişahların bu noktada azami dikkati gösterdiğini görüyoruz. Mesela Kanuni Sultan Süleyman. Padişah bu konuda da "Muhteşem"dir. "Deplasman fatihi" olmasına rağmen, Avrupa'da "salon" antrenmanlarından kaçınmış ve Hürrem'in "kale"yi içerden fethetmesine ram olarak "Kaleden kaleye şahin uçurmamıştır".
"Canım paresi sultanım. Mübarek bıyığınızın kılı benim için yüzbin Florin'den daha fazla eder" diyen Hürrem Sultan'a Kanuni de kayıtsız kalmamıştır. Anlaşılıyor ki bu aşk "dar alanda kısa paslaşma" değildir. Ve taraflar bu aşkın dışında "antrenman"a ihtiyaç duymamaktadırlar.
Sonu olmayan liste
Dansöz Ayşe Nana hem içerde hem dışarda oynamış bir oyuncuydu. Bacaklarını sadece İstanbul'a değil, Avrupa'ya kadar uzatmış tam bir "Altın ayakkabı". Onun Taksim Gazinosu'ndan Avrupa'nın en ünlü gece kulüplerine uzanan hayatında sayısız "antrenman" vardır. Ve İtalya'da bir alem sırasında öldüğünde bazı "kulağı kesik"ler bunu yorucu "antrenman" metoduna bağlamışlardır. Kaleciden başlayıp başkana kadar uzanan listesi ile koca bir kulübü küme düşürmüştür.
Müsaade buyurulursa Don Juan ve Kazanova ile bu bahsi kapatmak istiyorum. Mithat Cemal Kuntay ikisini bize tek cümle ile anlatır: "İki adam ki, yatak vak'alarının kahramanı olmakla birleşirler."
Kıssadan hisse:
1. Gereksiz antrenmanlarla sürantrene olma.
2. Zamanını iyi ayarla.
3. "Üste çıktım" diye övünme, "alta düştüm" diye dövünme.
İki kalbim var doktor
Kaçamak bazen "baş"ı derde sokar. Hüseyin Avni Paşa devlet kademelerinde inişli çıkışlı yeri olan ve anlaşıldığı kadarı ile yerinde "paşa paşa" oturmayan biridir. Üçüncü kez seraskerliğe ve onun üstünde sadrazamlığa tayininde (15 Şubat 1874) bazı hususiyetleri ile rol oynamıştır. Ta ki, padişahın harem-i ismetine yönelik davranışına kadar.
Değişik güzellerle "gönül oyunu"na çıkan paşa onca güzelden sonra Abdülaziz'in cariyelerinden Şemsicihan'a abayı yakınca yanmıştı.
Pertevniyal Valide Sultan'ın olaya el koyması ile İstanbul'dan uzaklaştırılmış ama bir hikmeti olmalı ki tekrar serasker yapılmıştı. (1866) Sanırsınız ki "Sütten ağzı yanmış, yoğurdu üfleyerek yemek"tedir.
Nerdee... Cuma selamlığı sırasında araba içindeki saray kadınlarına hem çiçek, hem laf atmakta ve bu yüzden cümle alemin tepkisini çekmektedir. Bu sebeple azledilmiş ve 14 ay kızakta kalmıştır.
Naşit Bey aşkı çeşitli biçimlerde en iyi sahneleyen sanatçılardan biridir.
Naşit Bey ile kantocu Verjin Hanım'ın kızı arasında "deli divane" cinsinden büyük bir aşk yaşanmıştır. Ama ne var ki Naşit Bey o sırada bir başka kadına tapulu olup, o küçümen Amelya için de az çile çekmemiştir. Verjin hanım bu sebeple öfkelidir. "Çok severdim onu. Kızım Amelya'yı ilk istediğinde bu yüzden Naşit Bey'e ısınmamıştım. İhtiyar, evli demiştim. Amelya ise onu delicesine seviyordu. Sonunda boşanıp Amelya ile evlendi." Millet Tiyatrosu'ndaki bir temsil sırasında kriz geçirmişti. Doktor kalbini dinliyor ve diyordu ki: "Kalbiniz var üstadım." Cevap ilginçtir:
"Bir olsa iyi, iki kalbim var doktor."
|